Duvar'da dünyada tek sağ kalan kadının hikayesini okuduktan sonra Ayı Dağı'nda (dünyaya her ne olduysa artık) hayatta kalan iki kişi var. Bir erkek ve kadının insanlıktan geriye kalanlar (insanlığı başlatanlar) olması çözülmesi zor ve hakkında çok konuşulmuş bir problem aslında. İnsan soyunu devam ettirmek (başlatmak) gibi bir misyonu üstlenmeyince (neden üstlenilsin böyle bir sorumluluk orası ayrı) yapılacaklar listesi oldukça sadeleşse bile hayatta kalmak kendi başına bir problem olmayı sürdürüyor. Şehir hayatında sağ kalan iki kişi için bir senaryo üretmek zor olacağından (hoş bu romanda da ne oldu da sadece ikisi hayatta kaldı bilemiyoruz ama daha kolay ikna oluyoruz sanki. Her durumda bu felaketi açıklamaya çalışmamak çok iyi fikir bence) Ayı Dağı'nda dağlık bir arazide ve zorlu iklim şartlarındayız.
Yazar iki sevgilinin yaşayacaklarına hiç girmeden (buradan devam edip yine güzel bir roman yazabilirmiş veya daha büyük ihtimal bu yazılmıştır da ben okumamışımdır) kadını doğumdan biraz sonra öldürüp erkeği kızıyla birlikte bırakıyor. Sağ kalan iki kişinin sürekli kullanmak zorunda oldukları ilaçların ya da kronik rahatsızlıklarının olmaması bir yana doğum kontrolü de bir büyük sorun olur herhalde bu senaryoda. Doğumun kendisi de aslında çok kritik bir olay, erkek kadın doğum uzmanı bir hekim değilse tek yapabilecekleri her şeyin yolunda gitmesini ummak olabilir. Toplumsal iş bölümü olmadan hayatta kalabileceğimiz bir senaryoyu düşünmek mümkün değil herhalde. Şimdi basit bir yardımla üzerinde çok durmadan hayata devam edebileceğimiz o kadar çok durumda tek başımızayken ölebiliriz ki! Romanda erkek de kızı pek küçükken acil serviste tedavi görüp hayatına devam edebilecekken ölüyor. Aslında roman sadece babasını hatırlayan, annesini fotoğraftan görmüş olan bir kızın dünyada tek kalmasının öyküsü. Kız Halid Halife'nin Ölmek Zor İş romanında olduğu gibi babasının ölüsünü (elbette bambaşka bir formda) annesinin yanına gömmek için uzun bir yolculuk yapıyor.
Ango Sakaguçi Aptal isimli öyküsünde İzava'ya şöyle dedirtiyor: "Mutlak yalnızlığı hissedebilmek için diğer insanların varlıklarının farkında olmak gerekir. Yalnızlık, ancak öyle tam bir yalnızlık olabilir." Ayı Dağı'nda kızın (kimse seslenmeyince kahramanların bir isimlerinin olmaması da güzel bence (bir zamirin haricinde (abi, hocam, dayı gibi (bunlar kötü demiyorum elbette)) biri olduğunu (bir adı olduğunu) duymak insana bazen ne kadar güzel gelirken kimi zaman da sanki hiçbir şeymiş gibi sadece adını duymak nasıl yaralayıcı geliyor insana [yine konudan çok uzaklaşıyoruz])) babasından başka özlediği kimse yok. Özlediği bir yaşama şekli de yok aslında. Başka çocuklarla oynamayı, büyüyünce birini sevmeyi düşünmüyor bile. Yazar bütün bunların nasıl kültürel şeyler olduğunu onlardan hiç bahsetmeyerek anlatıyor veya ben öyle anladım bilemiyorum. Romanın sonunda (her romanı yeterince uzatırsanız olacak şey oluyor ve) kız ölüyor.
Romanda hayvanların konuşması nasıl bir anlama geliyor, gerçekten gerekli miydi diye düşündüm ama onlar da olmasa bir insanın tek başına kalmasında anlatacak bir şey olabilir miydi emin değilim.
Son olarak romanın adıyla ilgili kısaca yazmak istiyorum. Yakınlarda okuduğum Marian Engel'in yazdığı Duygu Akın'ın çevirdiği Bear isimli roman Ayı adıyla yayınlandı ve hakkında çokça konuşuldu (güzel bir roman bence). Bu romanın özgün adı The Bear olmasına rağmen Ayı Dağı adıyla yayınlanmış. Tamam romanda ayı dağı diye bir yer geçiyor ama yazar dağı değil bizatihi ayıyı kastederek romana isim koymuş. Çeviride bu kadar önemli değişiklikler yapılmamalı bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder