Türkçedeki yedi romanında da kendi hayatından bölümleri anlatan bir yazarın diğerlerinin arasından sıyrılıp bu kadar tanınması ve ödüller kazanmasının esbab-ı mucibesi anlattığı hatıralar değil onları anlatış şekli olsa gerek. Romanlarında neredeyse hiç sonu merak edilecek bir şey yok Ernaux'un. Yaşadığı dönemi düşününce ondan çok daha kötü (en azından merak edilecek) tecrübeler yaşamış milyonlar vardır mutlaka (insanların acılarını yarıştırmak mümkün olmasa da romanlarını okuduğunuzda hak vereceksiniz diye tahmin ediyorum). Eminim benimki gibi inişsiz çıkışsız bir hayatı bile (son sekiz yılı, biraz daha yakında hayatın pazar günü gibi geçirdiğim geçen yılı saymazsak elbette) Ernaux anlatsa benzer şekilde bir edebi keyifle okunabilirdi (tabi onun anlatım şekliyle yazabilmesi için benimle aynı hayatı yaşaması, yani ben olması gerekirdi ki ben yazamadığıma göre o da yazamamış olurdu [bir kere kendini düzeltme artık]).
Ernaux oldukça üretken bir yazar ve Türkçeye çevrilmemiş çok kitabı var. Umarım Nobel aldıktan sonra diğer kitaplarını da Türkçe okuyabiliriz. Bir kadın ve Yalın Tutku romanlarını Yaşar Avunç, diğer beş romanı Siren İdemen okuduğunda çevirmenin hangisi olduğu anlaşılmayacak şekilde çevirmişler. Yazarın iki kitabının başka yayınevlerinden baskıları da yapılmış. Can Yayınları Babamın Yeri'ni Bir Adam, İletişim Yayınları Olay'ı Kürtaj adıyla basmış daha önce. İlkini bilmeden almıştım ama iyi ki Olay'ın arka kapağını okudum da Sinem taa Almanyalardan getirecekken gerek kalmadığını fark edebildim.
Aşağıda çevrilmiş kitapları hakkında yazarken mümkün olduğunca okuma keyfini kaçıracak bir şeyi söylememeye çalıştım. Zaten yukarıda da söylediğim gibi romanlarda sonunda ne olacak diye bir bekleyiş de yok. Yine de kitapların arka kapağını bile okumak istemeyenler için uygun olmayabilirler. Sadece Olay romanı hakkında bir şey yazmadım. Erkekler her konuyu bilip hakkında fikir beyan etmesin dedim.
Boş Dolaplar
Bundan sonra okuyacağımız Babamın Yeri, Bir Kadın ve Olay Boş dolapların içinden çıkacak. Babasının ölümünün ardından Babamın Yeri, annesinin ölümünün ardından Bir Kadın ve bu romanın başladığı ve bittiği konuyu anlattığı Olay'da yazarın Boş Dolaplar'da bahsettiği durumları daha ayrıntılı okuyacağız (Breaking Bad'in içinden Better Call Saul'un çıkması gibi). Ernaux yetiştiği ortamı, eğitim hayatını ve onu Olay'a kadar getiren süreçleri çarpıcı bir dille anlatıyor. Çocuk ve genç kızlık aklıyla hissettiği duyguları eğip bükmeden, gerekçelendirmeye çalışmadan dümdüz anlatması romanın etkisini çok arttırıyor.
Annem memurdu ve beni okutmak için hep fedakarca yaşadı, ben de sonuçta bir devlet memuru oldum, Ernaux'un bahsettiği gibi bir sınıf atlamadım. Onun çocukluğunda ailesinden memnun olmaması (nefret etmesi demek çoğu durumda daha doğru olur aslında) gibi bir durumu da hatırlamıyorum. Hatta annem çalışıyor diye gurur duyuyordum onunla. Romanı beğenmek için yazarla veya kahramanla (burada ikisi aynı kişi gibi görünüyor ama bu mümkün olabilir mi bilemiyorum) empati kurmak gerekmediğinden çok severek okuduğum bir roman olduğunu söylemeliyim.
Babamın Yeri
Yazarın babasının ölümünün ardından ailesinin hikayesini sanki fotoğraflara bakarak anlatıyormuş gibi yazdığı etkileyici bir roman Babamın Yeri. Anlatıcı sadece kendi gördüğü yaşadığı şeyleri değil, babasının çocukluğu gibi, görme imkanı olmayan olayları da anıların şiirselliğine, eğlenceli alaycılığa yer vermeden, dümdüz bir yazıyla anlatıyor. Anıların (fotoğrafların) kesikli yapısı anlatımda da karşılığını buluyor. Kitabı okumadan sadece sayfalarına hızlıca bakan biri bile akıp giden bir metinle karşı karşıya olmadığımızı kolaylıkla anlayabilir (burada zor okunan bir roman olduğunu söylemek istemiyorum). Metnin bu yapısına rağmen bahsi geçen insanlar çok hakiki (ben de kendisinden daha iyi olacağım umuduyla bana bakan bir anneyle büyüdüğüm için bana öyle gelmiş olabilir).
Elbette bir ölümün ardından yazıldığı için biraz hüzün içeriyor ama sonuçta hepimizin öleceğini bir sır değil. Bahsi geçen ölüm trajik bir ölüm değil (her ölüm erken ölümdür biliyorum). Yine de insanın ailesiyle bu kadar uzun yıllar hatıralarının olmasını bir şans olarak görmek gerekir gibi geliyor bana.
Bu kitaba başlamadan önce Kafka'nın Babaya Mektup'u ve Oğuz Atay'ın Babama Mektup öyküsünü yeniden okuyayım diye planlamıştım ama onlar (özellikle Kafka'nınki) okuması kolay metinler değil (Atay'ı o kadar seviyorum ki zaten ara ara Korkuyu Beklerken'i baştan sona okuyorum diye yeniden okumadım). Belki erkeklerin babalarına yazdıklarıyla (kağıda dökmese bile her erkeğin babasına yazdığı mektubu/mektupları vardır herhalde) kadınlarınki arasında böyle farklar oluyordur.
Bir Kadın
Ernaux Babamım Yeri'nden üç yıl sonra bu sefer annesinin ölümünün ardından o kadar da dümdüz yazamamış. Babasından bahsederken annesini tanımış olmamıza rağmen sadece annesinin hayatını okurken Ernaux'un babasının değil annesinin kızı olduğunu görüyoruz. Babamla eğlenirdim, annemle sohbet ederdim diye tarif ediyor bu durumu Ernaux.
Annesinin ölümünden sonraki hafta her yerde ağladım dediği hali ben de yaşadığım için roman bana o zamanlarımı hatırlattı (annemin ölümü pazar. aynı gece çanakkale uçağı. sabah dönemin son haftasının dersleri. Gökçe: hocam üzgün görünüyorsunuz. o haftadan sonra ilgili ilgisiz her yerde ağladım).
İncecik ama bana çok dokunan bir metin oldu Bir Kadın.
Yalın Tutku
Ernaux'un hayatında ölecek kimsesi kalmadığından (iki oğlu da hayatta) bu sefer yaşadığı tutkulu aşkı anlatıyor. Tutkumu açıklamak değil -bu, onu bir hata ya da gerekçelendirilmesi gereken bir kargaşa olarak kabul etmek anlamına gelir- sadece sergilemek istiyorum diyor Ernaux. Yazılanın ne kadarının otobiyografik ne kadarının kurgu (hoş kurgu olmayan bir şey yazılamaz bence ya neyse) olduğuna takılmadan okunduğunda yukarıdaki romanlarınkine çok benzer bir anlatım diliyle okunan güzel bir roman okuyucuyu bekliyor.
İlk okuduğum zaman (Nobel alışından hemen sonra) yazarın bahsettiği tutku bana oldukça hastalıklı gelmişti. "Kimi zaman, kendi kendime, belki bütün gününü bir saniye bile beni düşünmeden geçiriyor diyordum. Kalktığını, kahvesini içtiğini, konuştuğunu, güldüğünü gözümün önüne getiriyordum, sanki ben yokmuşum gibi" diye yazan roman kahramanı (yani Ernaux) bu okuyuşumda bana yaşadığı bu yoğun duygu yüzünden az insanın sahip olabildiği bir şansı yakalamış gibi geliyor. Roman çok alıntılanan şu paragrafla bitiyor:
"Çocukken benim için lüks, kürk mantolar, uzun elbiseler ve deniz kıyısındaki villalardı. Daha sonra, bunun entelektüel bir yaşam sürmek olduğuna inandım. Şimdi bana öyle geliyor ki lüks aynı zamanda, bir erkeğe ya da bir kadına olan tutkuyu yaşayabilmektir."
Olay
Çarpıcı bir roman.
Seneler
Her yerde en çok övülen kitabı olmasına rağmen ancak ikinci denememde bitirebildim Seneler'i. 1940-2000 yılları arasını oldukça kesikli bölümlerle anlatan kitaptan bir roman keyfi almak benim için mümkün olmadı. Çok uzun süreli bir panaroma gibi okumak mümkün ama ben Türkçeye çevrilmiş diğer kitaplarını daha çok beğendim.
Kızın Hikayesi
Yazarın 2016'da yazdığı ve yeni çevrilen romanında 1958'de yaşadıkları anlatılıyor. Bu romanda yazarın şimdiki halini konuşturduğu anlatıcı kendisinin 18 yaşına girdiği günlerde yaşadıklarını aktarıyor ve değerlendiriyor. Bunu yaparken o yıllara ait hatırlamadığı düşünceleri ve olayları da romanın bütünlüğü için hatırlıyormuş gibi yapmaması klasik anı kitaplarından farklı bir yere koyuyor elimizdeki kitabı. Anlatıcı hem kendi şimdiki zamanını ve hem de kendi gençliğindeki daha evvelki bir şimdiki zamanı bazen ayrı ayrı, bazen karşılıklı duruyorlarmış gibi iç içe anlatıyor. Bir zamanlar olduğu kızı söküp parçalarına ayırmaya çalışması içerik olarak da şekil olarak da bundan önceki romanlarıyla aynı dili konuşuyor.
Başka yazarlardan da benzer açık sözlülükte, bu kadar cesur (hatta bazen daha da cesur) hatıralar okumuş olmamıza rağmen (Olay da benzer şekilde olabildiğince açık yazılmış bir roman örneğin) Ernaux'un anlatmanın (romanlaştırmanın) şehvetine kapılmıyor burada.