Geçenlerde yeni tanıştığım bir arkadaş Robert Musil'den çokça bahsedince bir sonraki konuşmada yine lafı açılır belki diyerek Musil'i hatırlamak için okuma yapayım dedim (çok vaktim var evet). 2100 sayfalık Niteliksiz Adam'ı yeniden okumak zor geldi işin doğrusu. Musil'in bitirmeye ömrünün yetmediği Niteliksiz Adam'ın ilk cildini çevirisi çıktığında okumuştum. Belki on yıl sonra ikinci cildinin çevirisi çıkmıştı ve ne yazık ki Ahmet Cemal'in de ömrü çeviriyi bitirmeye yetmedi. Daha sonra (çok sonra) Sami Türk'ün çevirisinden baştan okumuştum. Son defa olarak birkaç yıl önce yine hakkında konuşuruz diye notlar alarak okuduğum için bu sefer başka bir kitabını okuyayım dedim. Selma Türkis Noyan'ın Genç Törless'in Buhranları ismiyle çevirdiği Genç Törless romanını Duygu Bulut'un çevirisinden yeniden okudum (lafı çok uzatıyorum biliyorum).
Genç Törless, Herman Hesse'nin Çarklar Arasında romanını andıran bir atmosferde geçiyor. 15-18 yaş arasında Fen Lisesinde parasız yatılı okumuş biri için (herkes adına konuşmayayım, benim için) pek travmatik yıllar bunlar. İnsanın kendisini tanıma sürecinde olduğu, ailesinden ilk defa ayrıldığı, neyin incelik, neyin zorbalık olduğunu sonradan anlayacağı bir garip dönemi anlatıyor Musil. Romanın kahramanı Çarklar Arasında'da olduğu gibi ufalanıp gitmiyor (bence gidiyor ama hayatta kalıyor). Bir başka okuma, romanı William Golding'in Sİneklerin Tanrısı ile de benzer bulacaktır eminim. Akran zorbalığının ne olduğunu anladığım kitap o olmuştu benim için (elbette her şey için çok geçti). Yine Jose Saramago'nun Körlük romanı (Bergüzar'ın hediyesiyle okumuştum onu da) gücü biraz olsun eline geçirenlerin neler yapabileceğini anlatmasıyla benzer etkileyicilikte bir roman bence.
Genç Törless'i yazarın 26 yaşında yazmasına hayret (bazen gıpta) ettiğini okuyoruz ama bence sadece o yaşta yazılabilecek bir roman. Törless'in i'nin kendisini gözünde canlandıramamasına rağmen onu kullanarak yaptığı hesapların doğru çıkmasına şaşırması ve bunun romanda yer bulması Dostoyevski'nin nasıl büyük bir yazar olduğunun izi gibi göründü bana. Karamazov Kardeşler'de bilimdeki ve matematikteki (matematik diğer bilimlerden farklı bir yapıya sahip ama şimdi bu konuya girmeyelim) gelişmeler hakkında konuşuyorsa kahramanlar, Törless de benzer konuşmalar yapıyor. Dostoyevski öyle büyük bir yazar ki kendisinden sonra yazanların ondan etkilenmesi için doğrudan onu okuması bile gerekmiyor.
Bir yatılı okul romanı olmasının yanında Törless'in "Gelgelelim işe yaramadı. Öncesinde dikkatle tasarlayıp planladığı her konuda olduğu gibi yani..." demesiyle de kendimden bir şeyler bulduğum bir roman oldu Genç Törless.
Madem romanın ilk çevirisi Genç Törless'in Buhranları olarak çevrilmiş o zaman Goethe'nin Genç Werther'in Acıları'nı da yeniden okuyayım dedim (son okuyuşumun üzerinden çok yıllar geçmişti). Bu roman günümüzden neredeyse 250 yıl önce, yazarının 25 yaşında yazdığı bir roman. Romanın mektuplardan oluşması değişik gelse de neredeyse aynı yıllarda, 1782'de yayınlanan Choderlos de Laclos'un Tehlikeli İlişkiler romanı da benzer bir teknikle yazılmış bir roman (Kundera Yavaşlık isimli kitabında (roman sayılır mı bilemiyorum) en sevdiği roman olduğunu söylüyor (konuyu biraz dağıttım farkındayım)). Son okuyuşumdan önce romandan aklımda kalan bir genç adamın yoğun aşk acıları çektiği ve sonunda kavuşamadığı idi. Kendi dilinde okuyamasam da Goethe'nin bir büyük yazar, şair olduğuna sonraki okumalarımda ikna olmuştum ama Genç Werther'in Acıları bana biraz gençlik romanı gibi geliyordu doğrusu.
Pierre Bayard, Önceden İntihal kitabında yazarların nasıl kendinden sonraki yazarlardan etkilenmiş gibi düşünülebileceğinden bahsediyor. Dostoyevski, Goethe gibi yazarların metinleri de sanki kendinden sonraki yazarların (neredeyse bütün yazarların) metinlerinin genişletilmesiymiş gibi okunabilir. Ben Bayard'ı okumadan önce (kimden okuduğumu hatırlamıyorum ama) Dostoyevski'den sonra yazılmış romanların onun metinlerine birer dipnot gibi yazılmış gibi olduğunu düşünüyordum.
Goethe'nin nasıl büyük biri olduğundan bahsedince Beethoven ile arkadaş oldukları ve birlikte yürüdükleri bir seferinde imparatorluk ailesiyle karşılaşmalarındaki tutumlarını hatırlamamak mümkün değil (Aydın Büke'nin Beethoven kitabında okumuştum). Beethoven değil şapkasını çıkartıp selam vermek, şapkasını kafasına iyice bastırırken, Goethe'nin soyluları saygıyla selamlamasını nasıl eleştirdiğini yazıyor. Tabi bunu Goethe'yi küçümsemek için yazmıyorum (zaten kim bunu yapabilir?).
Romanda Werther "Ay, kalbim öylesine doluydu - ve birbirimizi anlamadan ayrıldık. Bu dünyada birinin diğerini kolay anlamaması gibi" diyor. Hepimizin (Canan'ın da) pek sevdiği Attila İlhan'ın "olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması" dizesi sanki düzyazının şiir hali gibi. Werther aşık olduğu kadına ulaşamaz olunca Gülten Akın'ın "Ayrılık sularda nilüfer, görürsün tutamazsın" şiirindeki ruh halini yaşıyor. Refik Durbaş "Giderken, elvedana sar beni” diyor ama Werther'i saran da olmuyor.
İnsan bir romanı okuyup intihar edilebilir mi emin değilim ama insanı (hele gençse daha çok) etkileyen bir roman bence Genç Werther'in Acıları. Sonunda Werther ölmese Ayten Mutlu'nun İğde Ağacı şiirinde olduğu gibi yaşayacaktı belki de:
---
Yazının başlığı içerikle alakasız gibi gelmiş olabilir, biraz öyle aslında. Yazarken arkada YouTube açıktı ve Sezen Aksu'dan Unuttun mu Beni çaldı bir ara (uygulamalar keşfet kısmında gerçekten alakasız şeyler önerebiliyor). Onu dinlerken sanki başlıktaki mısra yazının ruhuna uygunmuş geldi. Bazı şiirleri okuyunca sadece bir veya iki mısrası için yazılmış gibi geliyor ya insana (Oktay Rıfat'ın Saksılar şiiri son iki mısrası için yazılmış gibidir örneğin), belki bu yazıyı da sadece başlığı için yazmışımdır. Bilemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder