23 Ağustos 2019 Cuma

Reddedilemeyecek bir felsefi teklif: sevince dönüşmek

Çetin Balanuye'nin "Spinoza'nın Sevinci Nereden Geliyor?" kitabının ilk bölümünün başlığının "Neden Sevinç Duymak Kolay Sevince Dönüşmek Zordur?" olduğunu gördüğümde doğrusunu söyleyeyim okuyacağım kitabın bir kişisel gelişim kitabı olmasından korktum. Kitabın felsefi bir metin olduğunu biliyordum elbette ama sevince dönüşmek ifadesi Spinoza'yı bilmediğimden öyle hissettirdi başta. Merak edenler için söyleyeyim kesinlikle öyle bir kitap değil.
Her çalışma alanının kendi terminolojisi olduğu gibi felsefenin de kullandığı, bizim günlük konuşma dilinde hiç kullanmadığımız kelimeler, kavramlar var. Felsefi bir metin okumanın en ciddi zorluğu bu kavramlara takılmak oluyor diye düşünüyorum. Sıradan okur (yani çoğumuz) tin, töz, ethos gibi kelimeleri, kavramları okuyunca sanki metin bize hitap etmiyormuş gibi davranıyor çoğunlukla. Aslında her çalışma alanı kendi yeni kelimelerini üretiyor ya da mevcut olanları başka anlamlarda kullanıyor. Örneğin bir bilişimci bit kelimesini okuduğunda aklından bir canlı geçmiyor. Bir çalışma alanının kendi kavramlarını günlük konuşma diline yakın bir dille anlatmaya çalışmanın konuyu çok yüzeysel anlatıp isteneni yeterince derinlikli aktaramamak gibi bir tehlikesi de var. Çetin hoca Spinoza'yı felsefeyle içli dışlı olmayan bir okura bu tehlikeli yola hiç sapmadan anlatabilmiş. Bir konuyu çok iyi bilmenin en önemli göstergelerinden biri bu bence: siz onu yaparken (anlatırken) izleyen (okuyan) eğer bu çok kolaymış ben de yaparım diyebiliyorsa işin hakkını veriyorsunuz demektir. Burada elbette Çetin hocanın anlattığı konuyu yeterince iyi anlatıp anlatmadığını söyleyecek yeterlilikte değilim ama kitabı bitirdiğimde derinlikli ama kavranması kolay bir metin okumuşum hissine sahip olduğumu söyleyebilirim. 150 sayfalık bu metnin arkasında bir ömürlük çalışma, düşünme olması ve bunu bir günlük zamanda okuyabilmek insanlığın en büyük mucizelerinden biri bence.

Eğer bir blog girdisinde Spinoza'nın düşünceleri veya sadece sevince dönüşmek kavramı anlatılabiliyor olsaydı Çetin hoca da bu kadar uğraşıp bu konuyu kitaba dönüştürmezdi eminim. O nedenle kitabın içeriğini meraklı okura önermekle yetineceğim.

Çetin hoca "İyi kitap her okuyanla yeniden yazılır, okurlarımdan kitabımı uzatmalarını dilerim" demişti kitabı okumaya başladığımızda. Kitap hem içeriyle ilgili okuyucuyu düşünmeye teşvik ediyor hem de Spinoza ile ilgili bu kavramlarla ilişkili başka kitapları yeniden (daha önce okumadıysanız ilk defa) okumaya yöneltiyor. Kutsal kitaplardan romanlara kadar oldukça geniş yelpazedeki kaynakçanın bir kısmını yeniden okudum ve ilk okumalarımdan oldukça farklı bir deneyim oldu benim için. Kısaca bunlardan da bahsedeyim istiyorum.

Herman Hesse'nin Çarklar Arasında romanını ilk okuduğumda Kayseri Fen Lisesinde üç yılını parasız yatılı geçirmiş bir öğrencinin yaşadığı acılarının bir türevi olarak okumuştum. Aşkıncılık ve içkinlik kavramlarını hem bilmiyordum, hem de üzerine düşünmemiştim. Aklımda bu kavramlarla romanı tekrar okumam romanın özünü değiştirmedi ama kavrayışımı değiştirdi. Romanı, çocuğu olan herkesin ve bütün eğitmenlerin mutlaka okumasının gerektiğini düşündüğümü de yazmış olayım.

Hermann Merville'nin Billy Budd romanını ilk okumayı denediğimde iki yüze yakın dipnotu olan romanı çok sıkıcı bulup bitirememiştim. Tekrar okumamamda da oldukça sıkıcı bulduğumu ve çok kısa bir roman olduğu halde bir kısa hikayede anlatılabilecek konunun uzatıldığını düşündüğümü söylemeliyim. Haset ve imrenme duygulanışlarını çok iyi verdiğini inkar edemesem de Çetin hoca gibi anlamak için bir süre daha düşünmek, okuma yapmak gerekiyor bence.

Nikos Kazancakis'nin Zorba romanını okumayanlar bile filmini izlemiştir sanırım. Anthony Quinn'nin müthiş oyunculuğu ve harika müzikleri sayesinde Yunanistan denildiğinde ilk akla gelen şeylerden biridir sanırım bu eser. Aklınızda sevince dönüşmek kavramı varken bu romanı okumak Zorba karakterinde birinin gerçekte nasıl sevince dönüşebileceğini gözünüzde canlandırmanıza imkan verecektir. Kazancakis'in Spinoza'yı nasıl böyle içselleştirebildiğine imrenerek okudum romanı ve tekrar okuduğum için mutlu oldum.


Andy Merrifield'ın Eşeklerin Bilgeliği kitabı Çetin hocanın alıntı yaptığı bir kitap olmasa kesinlikle okumayacağım bir kitaptı. Hatta ilk sayfalarında sadece eşeklerden bahseden bir kitap okuduğuma bile inanamadım desem yalan olmaz. Kitap ilerledikçe yazarın elimde tuttuğum kitaba bütün ömrünü koyduğunu gördüm. Sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi "kitabın her cümlesi başka bir kitaba ait" gibiydi. Burada kitabın çevirmeni olan Akın Terzi'nin harika çevirisinden de bahsetmeden geçmek istemem. Akın bey o kadar güzel çevirmiş ki kitabı, içerik kadar hatta bazı yerlerde daha fazla dilin ne kadar iyi kullanıldığı dikkatinizi çekiyor. "Biz hızlandıkça, bizden kaçan şeydir artık hayat." Saçma bir kişisel gelişim kitabı gibi düşünüp okumayı atlamayın derim.

Michael Pollan'ın Arzunun Botaniği bahsedeceğim son kitap olacak. Spinoza nasıl beden ve zihin gibi bir ayrım yok diyorsa Pollan da insan ve doğa diye bir ayrım yapmamamız gerektiğini söylüyor. Elma, lale, kenevir ve patates ile ilişkilendirdiği tatlılık, güzellik, sarhoşluk ve kontrol arzuları etrafında daha önce düşünmediğim (muhtemelen sizin de düşünmediğiniz), üzerinde bir ömür harcanmış bir kitap Arzunun Botaniği. Çevirmen Sevim Okyay çok başarılı bir işe imza atmış. Çetin hocanın kitabını daha iyi anlamam için bir vesile olmasının yanı sıra tek başına okunduğunda da ufuk açıcı bir kitap olduğunu söylemeliyim.

Bundan sonra sırada Çetin Balanuye'nin "Spinoza Bir Hakikat İfadesi" ve ardından Spinoza'nın "Etika"sı var. Nasıl yaşamalıyım? sorusu elbette emek ve çalışma istiyor.

Son olarak Çetin hocaya böyle erdemli bir etkinin kaynağı olduğu için teşekkür etmek istiyorum.

16 Ağustos 2019 Cuma

Çanakkale'de ulaşım için bir çözüm önerisi

Çanakkale Belediyesi 2006 yılından bu yana otobüslerde kentkart uygulamasını kullanıyor. Yani elinizde bu karttan yoksa parasını verip yolculuk yapmak mümkün değil. Kartı bir cihaza okutup ancak öyle yolculuk yapabiliyorsunuz (bu konuda itirazlarım var ama bu yazının konusu değil). Otobüslerin güzergahları da aradan geçen yıllarda oldukça çeşitlendi. Peki bu güzergahları ve sefer saatlerini kim belirliyor? Muhtemelen bu işe bakan bir şube müdürlüğü veya daire başkanlığı var ve onlar ellerindeki araçları uygun olduğunu düşündükleri şekilde bölüyorlar. Kendilerine sorulsa şehri tanıdıklarını ve en uygun rotaların bunlar olduğunu söyleyeceklerdir.

Eğer elinizde yılın hangi günü, hangi saatte, hangi duraktan kaç yolcunun otobüse bindiği (ve nerede indiği) bilgisi varsa bunlara en uygun otobüs güzergahlarını belirlemek ve sefer saatlerini ayarlamak bir mühendislik problemine dönüşür. Çanakkale belediyesi otobüse biniş bilgisine sahip olmasına rağmen otobüsten iniş bilgisine sahip değil ama bu da çözülemez bir sorun değil. Basitçe yolculara inişte kentkartlarını okutmaları durumunda küçük bir meblağ geri ödenerek bu bilgi toplanabilir. Tabi halka ne yapılmaya çalışıldığını da iyi anlatmak gereklidir. Eğer kentli toplanan bu verinin kendisine en uygun otobüs rotası ve sefer saati olarak geri döneceğini bilirse kolayca inerken de kartını okutmaya ikna olacaktır.

Peki belediye bu mühendislik problemini nasıl çözecek? Benim önerim belediyenin topladığı veriyi (gerekiyorsa anonimleştirerek) araştırmacılara açması olacaktır. Araştırmacılar bu veri kümesinden ilk bakışta aklımıza gelmeyen başka anlamlar da çıkartabileceklerdir. Şu anda bir sorun olduğunu düşünmediğimiz konular için çözüm önerileri üreteceklerdir.

Yirmi birinci yüzyılda şehirlerdeki ulaşımın tahminler ve birilerinin şehri tanıması üzerinden planlanmaması gerekir. Yapılacak hesaplamaların sonunda (öyle olacağını hiç sanmıyorum ama) mevcut durumun en uygun durum olduğu sonucu çıksa bile bundan ne kaybı olur şehrin? Yapılacak araştırma geliştirme çalışmaları için fon bulmak eminim zor olmayacaktır.

Bir belediyenin vatandaşı için ar-ge faaliyetinde bulunması ve bunu "sizin için çalışıyoruz" diyerek duyurması her durumda faydalı olacaktır.

Kamunun yapması gereken yıllardır topladığı bütün verileri araştırmacıların ulaşabileceği bir hale getirmek olmalıdır. Kim bu veriyle ne yapar, hangi problemi çözer gibi kaygılara girmeden verinin erişilebilir hale getirilmesinin getirisi mutlaka olacaktır.

izlediklerimden öğrendiğim bir şeyler var

İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...