Bir konuyu bilmek, onu anlatmak, anlattığını değerlendirmek için sınav yapmak, o sınavı değerlendirmek hepsi ayrı yeterlilikler gerektiren alanlar. Peki üniversitede ders anlatanlar bu yeterlilikleri nasıl elde ediyorlar? Akademik personel eğer eğitim fakültesi mezunu değilse, yukarıdaki başlıklardan sadece "kendi alanındaki konuyu bilmek" yeterliliğine sahip oluyor mesleğe başladığında. Ne yüksek lisansta, ne de doktora da bu bildiklerini nasıl aktarması gerektiği hakkında bir ders almıyor. Bir konferansta konuşmak, bölümde seminer vermek gibi şeyler de ders anlatmanın çok uzağında kalan tecrübeler bence.
Lisansüstü eğitim alanlardan araştırma görevlisi kadrosunda olanlar sorumlusu olmadıkları derslerin problem saatlerine, laboratuvar uygulamalarına giriyorlar. Bu mesleğe yeni başlangıç yapan arkadaşlara zamanında angarya gibi geliyor ama ders anlatmayı öğrenmek için önlerindeki tek fırsat bu oluyor aslında. Ders anlatmak sadece izleyerek öğrenilebilecek bir şey olmadığından mutlaka bir yerinden başlamak gerekiyor. Zaten öyle olmasa 12 yıl ders dinlemiş herkesin çok iyi hoca olması gerekirdi ama durumun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz sanırım.
Araştırma görevlilerinin pek azı bu uygulamalarda kendine rehberlik eden bir hoca ile çalışabiliyor. Çok büyük bir bölümüne git şu deneyleri yaptır, şu probleri çöz deniyor sadece. İşin doğrusu sosyal bilimlerdeki arkadaşlarda mekanizma nasıl işliyor çok da bilmiyorum. Kendisine rehberlik edecek, hatalarını görüp uyaracak biri olmadan insanın kendini geliştirmesi çok zor. Aslında anlatılacak şeyler genellikle o aşamayı geçmiş herkesin bilgisine sahip olduğu konular. Yani lisans eğitimini tamamlamış ve lisansüstü eğitimine devam eden herkesin kısa bir ön hazırlıkla dersi anlatabilecek bilgi seviyesine gelmesi beklenebilir. Ama bu bilgiyi aktarmak kısmı bilmekten çok farklı. Hele dersi 14 haftaya bölüp o programa uymak bir konunun anlatıldığı seminerlerden çok farklı. Seminere zaten istekli olanlar dinlemeye gelirken dersi çok az motivasyonu olan öğrenciler bile takip ediyorlar.
Ben mesleğin başında bu konuda çok şanslıydım. Uygulamalarına girdiğim hocam, dekan ve rektör yardımcısı olmasına rağmen, benimle çok ilgilenirdi. Her dersten önce hangi soruları çözeceğimi, nasıl çözeceğimi bana anlatırdı. Nerelerde hata yapıp sonra silip düzeltmem gerektiğini anlatırdı. Bu hataları kim farketti diye sorardı. Dersten çıkışta yine hocanın yanına gidip neler yaptığımı anlatırdım. Girdiğim dersin birinci sınıf dersi olması ve benim o konuları çok iyi bildiğimi bilmesine rağmen neden bu kadar vakit ayırdığını çok da anlayamıyordum doğrusu. Aslında iki saatlik ders için benim toplam altı saatim gidiyordu. Bir de hocanın odasının önünde onunla konuşmak için bekleyenler olurdu, bu beklemeler uzar giderdi. Hocanın da problem saatine kendi girse harcayacağı vaktin iki katını bana harcadığının farkındaydım ama gerçekten ne işe yaradığından emin değildim.
Şimdi ders anlatmanın başka türlü öğrenilemeyeceğini biliyorum. Elbette insan zaman içinde kendini çok geliştiriyor ama başlangıçta kendisiyle ilgilenen ve hatalarını söyleyen birinin olması çok önemli. Konuyla doğrudan ilgili değil ama bahsettiğim uygulama saatlerine giren araştırma görevlileri bu hizmetleri karşılığı ilave bir ücret almazken benim hocam anlattığım bu dersler için aldığı bütün ücreti benim hesabıma yatırtıyordu. Benzerini nerdeyse hiç duymadığım bir uygulamaydı bu.
Tek başına bir dersin sorumluluğunu almak hem heyecan verici, hem de çok korkutucu bir şey aslında. İnsan başlarda ne kadar çok anlatırsa o kadar çok öğrenme gerçekleştiğini sanıyor. Oysa gerçek bundan çok farklı oluyor. Dersleri 40-45 dakika ile sınırlandırmanın bir anlamı olduğunu öğrenmek benim yıllarımı aldı. Sınavda sorduğun her soruyu ayrıca değerlendirmek, nereleri iyi öğretemediğini anlayıp seneye güncellemek, anlattığın şeyleri doğru değerlendirebilmek her yıl yapılması gereken işler. Bu nedenle kendisi ders anlatmaya istekli ve çalışan bir hocadan en verim alınacak yıl maalesef onun son yılıdır. Bunu elbette genç ve yolun başındaki arkadaşları kırmak için söylemiyorum; onlar da zaman içinde kendilerini geliştirip mesleğe başladıklarından çok ileride olacaklar. Ders anlatmayı sevmeyen biri kendini bu alanlarda geliştirmezse hiçbir yılı verimli olmayacaktır.
Ders anlatma konusunu ne anlatana, ne onun hocasına bırakılmadan mutlaka ders olarak lisansüstü eğitimde verilmeli. Özellikle ölçme ve değerlendirme mutlaka öğretilmeli. Eğitim sistemimizde düzeltilecek çok şey var bu da çok önemli bence.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
izlediklerimden öğrendiğim bir şeyler var
İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...
-
Bu yıl kabul edilen bizim çocuklar: Ahmet Göksu - Native Graphics Backend for FreeType Demos on macOS Ali Haydar - Implementation of a g-k ...
-
İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...
-
Bu yıl kabul edilen bizim çocuklar: Bora Sabuncu - Remote Control Emre Çelikten - Web Data Collection for Language Modeling Gökçen Eras...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder