16 Aralık 2013 Pazartesi

XVIII. Türkiye'de İnternet Konferansının ardından

9-11 Aralık tarihlerinde İstanbul Üniversitesinde düzenlenen 18. Türkiyede İnternet konferansının son gününe katılabildim. Haftaiçi olmasına rağmen Çanakkale'den 9 kişi ile katıldık etkinliğe. İlk iki gün katılımın daha çok olduğu söylenmesine rağmen çarşamba günü kar yağışı yüzünden katılım çok düşük seviyedeydi. İstanbul trafiğinin ne olduğuyla ilgili küçük bir fikrim oldu benim de.

Türkiyede İnternet Konferansı bir kaç yıldır daha az teknik konuların konuşulduğu, daha çok konunun sosyal, kültürel ve hukuki taraflarının konuşulduğu bir etkinlik haline gelmeye başladı. Başka türlü bir araya gelmesi zor olan dinleyiciler ve konuşmacılar +Mustafa Akgul sayesinde bir etkinlikte buluşup görüş alış verişi yapabiliyorlar. Bu tip etkinliklere en fazla katılımın olması gereken yerler olan üniversitelerden ise katılım çok çok az seviyede oluyor maalesef.

Konferansın üçüncü günü iki panele ve aşağıda videosunu paylaştığım seminere katıldım. Ebru Akagunduz ve +Tülin İzer Linux çekirdeğine katkıda bulunmanın hangi aşamalardan geçtiğini anlattılar.


Kadınlar bilişim dünyasının her alanında sayıca azlar. Dilerim Ebru ve Tülin bilgisayar mühendisliği okuyan genç kızlar için cesaretlendirici birer örnek olurlar.

10 Aralık 2013 Salı

F Klavye dönemi başlıyor

10 Aralık 2013'te yayınlanan Başbakanlık Genelgesi[1] hem eğitim öğretim hem de çalışma hayatımızda yeni bir önemi başlatacak gibi duruyor.



Genelge çok kısa ama okumaya üşenenler için özetleyeyim. Bilgisayar kullanımı hızla artmış, bilgi toplumuna dönüşmemiz için hızlı yazmamız büyük önem taşıyormuş, F klavye Türk diline daha uygunmuş. Tüm kamu kurum ve kuruluşlarında kademeli olarak F klavyeye geçiş yapılması öngörülen genelge ile 2017 sonuna kadar bu geçişin yapılması isteniyor.

İhale aşaması başlamış olanlar haricinde kamuda bundan sonra alınan tüm bilgisayarların F klavye ile alınması zorunluluğu da getirildiği gibi mevcut klavyelerin de yenilenmesi gerekecekmiş.

Bu yeni klavyenin eğitimi için de www.fklavye.gov.tr adresinden uzaktan eğitim yapılması planlanıyor. Özel sektörün bile teşviklerle F klavye kullanımına özendirilmesi genelgenin hedefleri arasında.

2010 yılında çıkan ve kamunun IPv6 kullanımına geçişini kademeli ve ayrıntılı olarak tarif eden Kamu Kurum ve Kuruluşları için IPv6'ya Geçiş Planı[2] başlıklı genelgenin uygulanmasının bir fiyasko olduğunu daha önce yazmıştım[3]. Bunun da sonunun benzer olacağını fikrindeyim.

Ülke olarak sorunumuzun hızlı yazmak değil daha kaliteli içerik üretmek olduğunu düşünüyorum. Bu genelgenin de uygulanabileceğini hiç sanmıyorum.

[1] http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/12/20131210-9.htm
[2] http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2010/12/20101208-7.htm
[3] http://www.nyucel.com/2013/09/ipv6-gecis-fiyaskosu.html

26 Kasım 2013 Salı

Özgür Web Teknolojileri Günleri 2013'ün ardından

Linux Kullanıcıları Derneği ve Yeditepe Üniversitesi Bilgisayar Topluluğunun birlikte düzenlediği Özgür Web Teknolojileri Günleri bu yıl da oldukça dolu bir programla düzenlendi. İstanbulda web teknolojileriyle ilgili çokça etkinlik olmasının da etkisiyle katılımcı sayısı çok fazla değildi. Salonlar boş değildi ama öğrencilerden de katılım azdı işin doğrusu.

Çanakkale'de arasınav haftası olması nedeniyle bu sefer kalabalık bir grupla katılamadık etkinliğe. Hem etkinlik sırasında hem de akşamları arkadaşlarla harika zaman geçirdiğim iki gün oldu benim için. Sunumların çok azını dinleyebildim. Yaklaşık 50 konuşmacının sadece üçü genç kadınlardan oluşuyordu. Dinleyicilerin de çok büyük bir kısmı erkekti. Sektörde bu kadar az kadın olmamasına rağmen etkinliklere katılmak konusunda çok çekimser davranıyorlar diye düşünüyorum.

Etkinliğin ikinci günü Kaan Özdinçer'in kısa konuşmasının ardından öğrencilerimden Ebru Akagündüz Yakından Eğitimde geliştirdiği Couchbase Nagios eklentisini anlattı.
Aybüke Özdemir de kendi yazdığı python-haproxy-tools ve hapra araçlarını anlatan bir sunum yaptı.
Sabah erken konuşan Gökhan Akgün'e yetişemedim maalesef.

Keşke siz de gelseydiniz.

25 Kasım 2013 Pazartesi

GNU / LilyPond hakkında Elektronik Kitap

Besteci ve İnönü Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi Prof. Server ACİM, ilk kitabını hazırladı. Bu kitap, bir İnönü Üniversitesi Yayını olarak İnönü Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Yayın Komisyonu, İnönü Üniversitesi Yayın Komisyonu ve İnönü Üniversitesi Yönetim Kurulu tarafından onaylandı.

Bu kitabın önemli bir özelliği de, İnönü Üniversitesi tarafından yayınlanan ilk Elektronik Kitap olmasıdır. Diğer özelliği ise GNU / LilyPond yazılımı hakkında yazılmış ilk Türkçe kitap olma özelliğini taşımasıdır. Kitabın yazarı olan Prof. Server ACİM, bu kitabın bir Açık Kitap – Open Book olarak yayınlanmasının daha uygun olacağını düşünerek bu kitabı kendi web sayfasında yayınlayarak kamunun hizmetine sundu.

Prof. Server ACİM, bu kitabı LaTeX ve GNU / LilyPond gibi özgür yazılımlar ve Linux Mint gibi özgür işletim sistemi araçlarını kullanarak hazırlamış olup aynı zamanda bu kitap İnönü Üniversitesi – Sosyal Bilimler Enstitüsü – Müzik Bilimleri ve Teknolojisi Ana Bilim Dalı - Yüksek Lisans Devresi'nde vermekte olduğu “Açık Kaynak Kodlu Müzik Yazılımları ve İşletim Sistemleri” dersi için kullanılacak bir ders kitabı olma özelliği taşımaktadır. Ancak, özgür bir nota yazma uygulaması olan GNU / LilyPond hakkında bilgi ve fikir sahibi olmak isteyen herkes, Elektronik Kitap formatındaki bu Açık Kitap'ı özgürce indirebilir ve okuyabilir.

Kitabın ağ adresine ulaşmak için lütfen aşağıdaki linke tıklayınız.

http://bit.ly/AcimKitap-TR

Outreach Program for Women 2014 Winter

Outreach Program for Women Gnome Vakfının kadınların özgür yazılım dünyasına kazandırılması için yılda iki defa düzenlediği bir etkinlik.Gsoc için öğrenci olmak bir zorunluluk iken opw'de böyle bir zorunluluk yok. Hatta bazı projeler bütün zamanını opw'ye ayırabilecek olanları tercih ediyor.

2013 yaz döneminde Türkiyeden bir kişi kabul edilmişti bu etkinliğe. Bu dönem Boğaziçi Üniversitesinde doktora öğrencisi olan Binnur Görer Open Source Robotics Foundation için "Simulation world SDF editor" projesine kabul edildi. Kendisini tebrik ediyor, çalışmasının özgür yazılımın yaygınlaşmasına yardımcı olmasını diliyorum.


Meraklısı için: 2013 yaz

3 Ekim 2013 Perşembe

Pebble mı Sony Smartwatch mu?

Nasıl cep telefonlarını artık sadece telefon görüşmesi için kullanmıyorsak kol saatlerinden de saati göstermenin dışında marifetler bekliyoruz. Geçen yıl Sony Smartwatch [3] aldığımda Pebble çıkana kadar bunu kullanırım diye yazmıştım [1]. Pebble şatışa çıktığında hemen bir tane aldım ve ikisini kıyaslamak ve Pebble [2] almak konusunda şüphesi olanlara fikir vermek istiyorum.

Yazıyı sonuna kadar okumayacaklar için kısaca söyleyeyim: Pebble daha yolun çok başında.


  • Kickstarter'da prototipini gördüğüm bir ürünü almak güzel bir his ;) Arkasında büyük bir firma olmadan bir fikrin ürüne dönüşmesi ve dünyanın her tarafına ulaştırılabilmesi eskiden hayali bile güç bir şeyken Pebble bu yazıyı yazarken 85.000 Kickstarter destekçisinin yanı sıra 250.000'den fazla saat satmış durumda.
  • Sony ve Pebble yaklaşık aynı kalitede malzemeden üretilmişler. Böyle kötü kalite plastik saatlere 150$ vermemiz gerçekten şaşılacak bir şey bence.
  • Sony Smartwatch sadece Android yüklü telefonlarla çalışırken Pebble Android'in yanı sıra IOS yüklü cihazlarla da kullanılabiliyor.
  • Her iki cihaz da smartwatch olarak satılsa da Sony'nin ürünü çalışmak için mutlaka androidli bir telefona ihtiyaç duyuyordu. Pebble ise bir Android/IOS yüklü telefon olmadan da kullanılabiliyor. İşin doğrusu kimse Pebble'ı telefonsuz kullanmak istemeyecektir eminim ama telefonunuz yanınızda olmadığında, kapalıyken saatinizin de kullanılmaz olmaması iyi bir durum.
  • Pebble yola yeni çıktığından Sony ile kıyaslanamayacak kadar az uygulaması mevcut. Sony için Android markette bir çok resmi uygulamanın yanında üçüncü parti uygulamalarıyla çok fazla ihtiyaca cevap veriyor. Pebble ise resmi uygulamasında çok kısıtlı şeylere izin verirken, üçüncü parti uygulamalar hem kısıtlı sayıda hem de çeşitliliği az.
  • Sony Smartwatch ile istediğiniz zaman twitter, eposta, facebook gönderilerine bakabilirken Pebble'da sadece uyarı geldiğinde görebiliyorsunuz. Açıp bakabileceğiniz sosyal medya uygulamaları yok.
  • Sony sadece sizin farkedeceğiniz kadar hafif bir titremeyle uyarı verirken Pebble'ın titremesini yanınızdaki birinin farketmemesi mümkün değil. Ne farkeder demeyin; bir toplantıda telefonu sessize almışken arada bir saatten uyarılara bakmak istediğinizde zır zır titreyen bir saat kullanmak istemezsiniz.
  • Pebble'ın daha fazla titremesinin nedeni bu titreyişin alarm için de kullanılıyor olması aslında. Sony Smartwatch kendi başına kullanılamadığı için bir alarm uygulaması yoktu ama Pebble'a şimdilik 4 alarm kurabiliyorsunuz. Bu alarmlar bile haftanın şu günleri aktif olsun şeklinde ayarlanamıyor. Alarmı pasif konuma geçirmek bile mümkün değil, ya kullanıyorsunuz ya siliyorsunuz.
  • Sony Smartwatch renkli dokunmatik bir ekranla gelirken Pebble siyah beyaz e-ink bir ekrana sahip. Pebble'ı 4 koca düğmeyle kullanmak zor değil elbette ama kullandığımız her cihazda ekrana dokunmaya alışınca biraz garip geliyor doğrusu. Kindle [4] bile e-ink ekrana dokunmatik özellik eklemişken Pebble'ın bir sonraki modeli de dokunmatik ekranlı olur diye tahmin etmek güç değil.
  • Şarj konusu kullanıma çok bağlı olduğundan bir şey söylemek zor aslında. Bütün uyarıları saatlere gönderirseniz ve çok sayıda eposta, twitter ve facebook mesajı alıyorsanız şarj çok hızlı bitecektir. Sony ile 3 günün üstünü görmek imkanı yokken Pebble 5-7 gün arası vaadediyor. Pebble'da veya telefon uygulamasında saatin şarjının seviyesini gösteren bir uygulama olmaması da çok acayip bir durum. Pil bitmeye yaklaşınca uyarı verir diyorlar. Üçüncü parti ve saatin daha fazla pil harcamasına neden olan bir uygulama kurup pil durumunu görmek mümkün ama onlar da sağlıklı göstermiyorlar bu bilgiyi maalesef. Yakıt göstergesi olmayan sadece benzin biterken uyarı veren bir araba kullanmak gibi Pebble kullanmak.
  • Sony de Pebble da kopan bluetooth bağlantılarını sorunsuz ve hızlı bir şekilde yeniden kurabiliyorlar. Ayrıca müdahale istemiyorlar.
  • Her iki cihaz da başka bir yerde bulamayacağınız şarj kabloları kullanıyorlar. Kabloları kaybederseniz, bozarsanız arkalarından çok ağlamak riski var.
  • Sony kendi saat kordonlarıyla kullanılırken isterseniz Pebble için kendi uyduruk plastik kordonunu herhangi bir kordonla değiştirmek mümkün.
  • Smartwatch ile arama yapılabiliyor ve gelen arama reddedilebiliyorken Pebble ile arama yapmak mümkün değil. Pebble veya Sony gelen aramayı kabul etmenize izin vermiyor.
  • Sony ile güneşli bir havada ekranı görmek mümkün değilken Pebble'ın e-ink ekranında bu sorun yok. Ekran e-ink olunca Sony'deki gelen aramalar rehberinizde bir foto ile kayıtlıysa onu görebilme lüksünüz de kalmıyor maalesef.
  • Her iki saatin de kulaklık girişleri yok.
Pebble çok büyük heyecanla karşılandığından firma siparişleri yetiştiremiyor bugünlerde. Yukarıda bahsetiğim sorunların çoğu yapılacak yazılım güncellemeleriyle çözülebilecek şeyler. Cihazın firmware güncellemeleriyle ileride çok daha kullanışlı olacağına inanıyorum. Artık Smartwatch değil Pebble kullanıyorum ;)

27 Eylül 2013 Cuma

Pardus Yazılım Kampı değerlendirmesi

Pardus'un eskiden düzenlediği yaz stajlarının yerini bu yıl yazılım kampı [1] aldı. Staj dönemini TÜBİTAK'ın Gebze'deki yerleşkesinde çalışarak geçirmek öğrenciler [2] için kıymetli bir tecrübe oluyordu. Pardus'un çalışma şeklini [3] ve ürünlerini temelden değiştirmesi sonucu gelinen noktada yanında staj yapılacak büyüklükte bir Pardus ekibi kalmadı. Google Summer of Code [4] benzeri bir etkinlik olarak düzenlenen yazılım kampının iyileştirilmesi gereken pek çok yeri olduğunu düşünüyorum.

Önce Pardus tarafında sürecin nasıl işlediğini kısaca özetleyeyim. Lisansüstü eğitim gören öğrenciler birer proje teklifinde bulunuyorlar. Lisans eğitimi gören öğrenciler bu projeler arasından birini seçip oy veriyorlar. En çok oyu alan 21 proje, her coğrafi bölgeden 3 proje olmak şartıyla seçiliyor. Buradan sonra projesi kabul edilmiş olanlar projesini yapacak lisans öğrencisini seçiyorlar. Projeler kurulacak olan bağımsız kurulla değerlendirilip, sonlanıyor.

  • Proje lideri olmak için neden lisansüstü eğitim görüyor olmak lazım, lisans öğrencisi olmayanlar niye projelerde çalışamıyorlar konularında bir eleştiri getirmeyeceğim. Üniversite öğrencilerini özgür yazılım dünyasına katılmaya teşvik etmek gerekli bence de. Ne Pardus'un ne de üniversitelerin bütün sorunlarını çözecek bir etkinlik değil yazılım kampı. Süreçteki eksiklikler giderilmiş olsa çok faydalı olabilirdi diye düşünüyorum.
  • Etkinliğin adı Pardus Yazılım Kampı ama projelerin önemli bir kısmının Pardus'la hiç ilgisi yok [5]. Konulardan bazıları şöyle: "Ev, tarla vb. gibi yerler için internet tabanlı otomasyon", "Sağlık Platformu", "Atıf İndex Arşivleme ve Raporlama Programı" ve "Tekir Ticari Programına İçeri Aktarım Web Servis Modülü Geliştirilmesi". Pardus, yani Debian, için özel olan yazılım sayısı çok az.
  • Proje teklifleri bir ders ödevinin teklifi bile olamayacak kadar kısıtlı hazırlanmış. Kabul edilen projeler arasında ayrıntılı tek bir proje teklifi bulunmuyor. Bunda proje teklifinin bir şablonunun olmamasının etkisi büyük bence.
  • Kabul edilen projeler sayfasında şu ifade var: "Lisans öğrencilerinden gelen oylar ile Doç.Dr. Murat Osman Ünalır ve Öğr. Gör. Ziya Karakaya hocalardan oluşan bağımsız kurulumuzun değerlendirmeleri sonucunda". Öncelikle iki kişilik bağımsız kurul daha önce hiç duymadığım bir şey. Kurul üyelerinden biri olumlu, diğeri olumsuz oy kullandığında nasıl karar verilebildi acaba? Üye sayısının bu kadar az olması da anlaşılır şey değil bence.
  • Projelerin seçiminin lisans öğrencilerinden gelen oylarla yapılması da sağlıklı bir yöntem değil. Burası çoğunluğun dediğinin olacağı bir alan değil. Eğer bir oylama yapıldıysa hangi projenin kaç oy aldığını da açıklamak gerekirdi.
  • Projelerin liderleri çalışacakları lisans öğrencilerini nasıl belirlediler merak ediyorum. Bu konuda hiç açıklama yok.
  • Projelerin hangilerinin tamamlandığı bilgisi de sayfalarında bulunmuyor.
  • Gelelim yazılım kampının en vahim tarafına yani kodlara. Kamp boyunca geliştirilen yazılımların kodlarına [6] erişim herkese açık. 
    • Kabul edilen 21 projeden 18'i için depo açılmış. 3 proje için depo bile açılmamış maalesef.
    • 5 proje için hiç kod gönderilmemiş.
    • 4 proje için son 2 ayda kod gönderilmemiş.
    • 3 proje için bir proje oluşturmaya yetmeyecek kadar az gönderim yapılmış.
    • Bora Canbula [7], Murat Kancaoğlu, Mustafa Arıcı, Mustafa Hergül, Şaban Gülcü ve Salim Sarımurat'ın projeleri tamamlanmış görünüyor.
2 kişilik bağımsız kurul yapacağı değerlendirme sonrasında kod göndermiş 6 projeden kaçını başarılı bulacak birlikte göreceğiz. Aslında TÜBİTAK bu etkinliği unutmuş gibi davranıyor. Projelerin teslim tarihini 4 gün geçmiş olmasına rağmen kampın ana sayfasında kayıtlar sona erdi haberi var. Başarıyla tamamlanan projeler listesini gördüğümde yazıya ekleme yaparım.
Dünyada bu kadar fazla benzer etkinlik yapılırken, koskoca TÜBİTAK'ın başarılı örnekleri model almayıp böyle başarısız bir etkinlik düzenmesi inanılacak şey değil. Özgür yazılımın üniversite öğrencileri arasında yaygınlaştırılmasına veya Pardus için gerekli bir aracın hazırlanmasına vesile olmamış yazılım kampının başarılı olduğunu söylemek imkanı yok.

Dilerim TÜBİTAK bu yıl yaptığı hataları tekrarlamasın.

24 Eylül 2013 Salı

Bilgisayar mühendisliği öğrencilerine tavsiyeler

Üniversite tercihlerinin pek azı gerçekten bilerek, isteyerek yapıldığından öğrencilerin bölümlerini tanımaları, kendilerine bir yön belirlemeleri bazen bir iki yılı bile bulabiliyor. Elbette bir günlük girdisiyle bu sorunu çözmek mümkün değil ama yolun başındaki genç arkadaşlar için bir kaç önerinin faydalı olacağını düşünüyorum. Aşağıda yazanların benim onbeş yıllık tecrübelerim olduğunu, bunları yapmanın iyi geleceği bünyeler olduğu gibi bunları yapmadan da başarılı/mutlu olanlar olabileceğini bilip öyle okumakta fayda var.
  • Üniversite hayatını sadece okuldan ibaret görmeyin. Mezun olduktan sonraki hayatınız da sadece işten ibaret olmayacak. En çok kitap okuduğunuz, müzik dinlediğiniz yıllar üniversite yıllarınız olsun. Üniversitelerde bir sürü öğrenci topluluğu var, ilginizi çeken birine katılın. Beğenmezseniz başkasına katılırsınız. Sosyal faaliyetleri, konserleri küçümsemeyin pişman olursunuz sonra.
  • Lisans eğitimi dört yıl ve bu yeterince uzun bir süre. Üniversiteye gelene kadar bilişimle son kullanıcıdan fazla ilgilenmemiş olmak ciddi bir kayıp sayılmaz.
  • İşin doğrusu bölüm pek kolay değil. Aslında zor da değil ama lise eğitiminde verilenlerden farklı bir düşünce tarzı gerektirdiğinden [13] öğrenciler zorlanıyorlar diye düşünüyorum. İlkokul birinci sınıftan itibaren sonuç bulmaya ve bu sonucu şıklar arasından seçmeye odaklanmış öğrenciler için yöntem üzerinde düşünmek en zor alışılan şey oluyor. Bu aşamayı halledince gerisi daha kolaylaşıyor. Burası en çok üzerinde çalışılması gereken alanların başında geliyor ve elbette lise eğitiminde değiştirilmesi gereken çok şey var.
  • Her bölüm için geçerli olan tavsiye bilgisayar mühendisliği için de geçerli; düzenli çalışmak gerekiyor. Ödevler ve projeler var sürekli. Azıcık savsaklayınca [12] bile ipin ucu kolayca kaçabiliyor.
  • Mezun olacağınız yıl sizinle birlikte 10000'den fazla bilgisayar mühendisi mezun olacak. Başka bölümlerden mezun olmuş ve sizinle aynı işleri yapmaya talip olanların sayısı da bundan aşağı olmayacak. Rekabet sadece yurt içindekilerle de sınırlı değil, aynı iş için dünyanın her tarafından, mesela Hindistan'dan, insanlarla rekabet edeceksiniz. Bunun için bölümde anlatılanların haricinde şeyler biliyor olmanız lazım. Onları mutlaka iyi biliyor olmanız lazım ama zaten neredeyse bütün rakipleriniz biliyor olacak. Aynı işi yapabilecek bu büyük kalabalık içinde bir adım öne çıkabilmek için derslerden fazlasına çalışmanız gerekecek.
  • Öğrenim hayatınız boyunca okuyacağınız kaynakların büyük bir kısmı İngilizce olacak. Sorularınızı yeri gelecek uluslararası listelere/forumlara sormanız gerekecek. Meslek hayatınızda da mutlaka İngilizce iletişim kurabilmeniz gerekecek. Onun için öncelikle İngilizce çalışın [0].
  • Sizin okulunuzda okutulmuyor bile olsa dünyanın dört bir tarafında internet üzerinden ulaşabileceğiniz çevrimiçi kurslara ve eğitimlere katılma fırsatınız var. Bu fırsatları değerlendirin [1].
  • Her dersten en yüksek notu almanız gerekmez ama derslerde başarılı olmanın da bir yere kadar önemi var [6].
  • Okulu bitirdiğinizde hazırladığınız cv'den önce yaptıklarınıza bakacaklar [2]. Bunun için internette yazdığınız her şeyi kendi adınızla yazın. Bu hem yaptıklarınıza bir aramayla ulaşılmasını sağlar, hem de sizi bir saçmalığı yazmadan önce ikinci bir kez düşünmeye teşvik eder. Salak saçma takma isimler kullanmayın. Kendi adınızla yazamadığınız bir şeyi hiç yazmamak iyi fikir olabilir.
  • Adınızı soyadınızı içeren bir alan adı satın alın ve kullanın. 10$'ın altında yıllık ücret ödeyip böyle bir alanı almak mümkün. Daha az kullanılan alan adı uzantılarını yıllık 1$'ın altında bile almak mümkün.
  • Hala bir tane yoksa bir blog adresi alın ve yazın. Çoğunluk başlangıçta günlük girdilerini ansiklopedi gibi düşünüyor. Elbette ipuçlarını, sorunları, çözümleri yazmak faydalı ama sadece bunlarla sınırlı yazmanız gerekmez. Hangi konuda yazmak istiyorsanız yazın, fikirleriniz olduğunu zaten biliyor insanlar.
  • Öğrenim hayatınız boyunca en çok başvuracağınız kaynaklardan biri wikipedia olacaktır. Burada içerik gönüllüler tarafından geliştiriliyor. Siz de bir hesap açın ve mevcut maddeleri iyileştirin, yeni maddeler ekleyin [3].
  • Mutlaka yazılımla ilgili ödevleriniz olacak, takım arkadaşlarınızla birlikte çalışacaksınız. Hem bunlarda kullanmak için hem de kendi projelerinizi barındırmak için bir github hesabı açın. Bu hesabı çok özenli kullanın. Yarım bırakılmış projelerinizle, uydurma gönderim mesajlarınızla [4] bir çöplüğe dönüştürmeyin burasını.
  • Bir transifex [5] hesabı alın ve yazılımların çevirilerine katkıda bulunun. Hepimiz Türkçe içerik az diye şikayetçi olurken bunu arttırmaya çaba göstermemek olmaz. Programların çok büyük kısmı sizin kolaylıkla katı verebileceğiniz durumdalar. İngilizcenizin gelişmesine katkıda bulunacağı gibi yazılımların çevirilerine dört yılda hatırı sayılır katkı vermiş olacaksınız.
  • İlgi alanınızdaki derneklerden, gruplardan birine dahil olun. Başlangıçta ne yapıldığını görürsünüz, zaten ağır bir yükü de olmaz. Sadece internette örgütlenen gruplar da var, onların da üyesi olmanın, imkan buldukça toplantılarına katılmanın büyük faydasını görürsünüz.
  • Okul dönemleri dışında bir çok eğitim etkinliği oluyor, bunlardan mümkün olduğunca fazlasına katılın.
  • Takviminize uygun olursa mezun olmadan bir kere bilgisayar mühendisliği öğrencileri kongresine katılın. Etkinliğin içeriğinden çok ileride meslektaş olacağınız arkadaşlarla tanışmış olursunuz.
  • Henüz tanışmadıysanız özgür yazılım dünyası ile tanışmak size yepyeni ufuklar açacaktır. Bir yazılımın özgür olması onun kullanımının, dağıtılmasının, değiştirilmiş halinin dağıtılmasının özgür olması ve kaynak kodunun da erişilebilir olmasını sağlar. Özgür yazılımlar sayesinde daha önce keşfedilmiş şeyleri yeniden keşfetmek zorunda kalmayacağınız gibi onlara eklemeler yapabilir, hatalarını düzeltebilir yani yazılım ekosisteminin bir parçası olabilirsiniz. Özgür yazılım dünyası sizi memnuniyetle kabul edecektir. Gönüllüler tarafından yürütülen projelere katkı vermeden önce Nasıl Akıllıca Soru Sorulur [7] belgesini okumanın çok faydasını görürsünüz.
  • Google tarafıdan her yıl düzenlenen Summer of Code [8] etkinliği büyük özgür yazılım resminin bir parçası olmanıza imkan veren harika bir fırsattır. Birinci sınıf öğrencisiyken işler o kadar kolay olmayabilir ama bir hedef [9] olarak önünüzde bulunması gerekir diye düşünüyorum. Her yıl ülkemizden de 10-15 kişi kabul ediliyor [10] bu etkinliğe, biri siz olabilirsiniz.
  • Lisans eğitimi bitmeden iki yaz stajı yapmanız gerekecek. Bu stajları meslek hayatını tanımak için bir fırsat olarak görün [14]. Yapmış görünmek için bir yerde staj yapmayın. Bazen staj yapılacak yerin adının fiyakalı göründüğü için seçildiğini görüyorum. Bence adı çok bilinen ama gittiğinizde elinizi hiç bir şeye dokunamayacağınız, size bir şey katmayacak bir yerde staj yapmak hiç de iyi bir fikir olmayacaktır. Staj yerini ayarlama işini son dakikaya bırakmayın. Okulda hiç adı geçmeyen, derslerde anlatılmayan şeyleri staj yaptığınız yerde görmek size farklı bakış açıları kazandıracaktır.
  • Son sınıfta yapacağız bitirme projesini [11] ciddiye alın.
Öğrencilikte hayat çok güzel kıymetini bilin.

19 Eylül 2013 Perşembe

GNU 30 yaşında!

İki hafta sonra insanlığın kaderini değiştiren GNU'nun 30. yaşını kutlayacağız. Özgür yazılım hareketinin başlatıcısı Richard Stallman  ve Türkiyede bu konuda en çok emeği harcayan Mustafa Akgül dünya durdukça hatırlanacaklar.

Çok yaşasın özgür yazılım, çok yaşasın Stallman, çok yaşasın Akgül!

3 Eylül 2013 Salı

IPv6 geçiş fiyaskosu

Yaklaşık 3 yıl önce çıkan Kamu Kurum ve Kuruluşları için IPv6'ya Geçiş Planı başlıklı başbakanlık genelgesi IPv6 kullanımı için kademeli bir geçiş öngörüyordu. Her adımda yapılması istenenlerin çoğunlukla yapılmadığını gördüğümden genelgenin sonundan da umutlu değildim doğrusu.

Bugün gelinen noktada kamu kurum ve kuruluşlarının IPv6 desteği olmayan hiç bir ağ cihazını almaması, internet üzerinden verdikleri kamuya açık tüm hizmetleri IPv6’yı destekler hale getirmesi gerekiyordu. Bütün kurumların üç yılda rahatlıkla tamamlayabilecekleri bir süreç olmasına rağmen çoğu kurumun neredeyse hiç bir şey yapmadığını görmek mümkün. Kamu kurumları tam bir yıl önce almış olmaları gereken IPv6 adres bloklarını bile almamışlar.

Kamuya açık verilen tüm hizmetlerin IPv6 üzerinden de verilmesi gerekirken henüz www.turkiye.gov.tr, www.tubitak.gov.tr ve www.osym.gov.tr gibi en yaygın hizmetlerin sunucuları için IPv6 adres ataması bile yapılmamamış durumda. Hal böyle olunca diğer kurumlar daha ÖSYM yapmamış bu işi sıra bize mi gelecek diyorlar herhalde.

Uzun sayılacak bir sürede üzerinde çalışıp bilgi biriktirerek yapabileceğimiz bu geçişi yapmamış olmamız umarım bir süre sonra yurt dışından büyük donanım ve yazılım satın almak şeklinde geri dönmez.

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Öğrencisiz bir bölüm: Su Ürünleri Mühendisliği

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde su ürünleri konusunda lisans seviyesinde eğitim veren 21 üniversite var. 2 üniversitede deniz bilimleri ve teknolojisi fakültesinde, 4 üniversitede ziraat fakültesinde, 15 üniversitede su ürünleri fakültesinde verilen eğitimlerle su ürünleri mühendisleri yetiştiriliyor. Yetiştiriliyor dediğime bakmayın, fiilen sadece 3 üniversite sınıf açacak kadar öğrenci çekebildi bu yıl.

Gelecek kaygısı tercihlerdeki belirleyici etken olduğundan öğrenciler dört yıl okuyup işsiz kalacaklarını düşündükleri bölümleri tercih etmiyorlar. Ülkemizin bir su ürünleri politikası olmadığından bu alandaki lisans eğitiminin ilgi görmemesi çok mantıksız değil ama hiç su ürünleri uzmanı yetiştirmememiz de çok mantıksız.

  • Toplamda 613 öğrenci kontenjan bulunmasına rağmen ancak 130 öğrenci su ürünleri mühendisi olmayı tercih etmiş.
  • Kontenjanını doldurabilmiş tek bir üniversite yok.
  • 3 üniversiteyi kimse tercih etmemiş: Fırat, Gazi Osman Paşa, Sinop
  • 12 üniversite beşten az öğrenci tarafından tercih edilmiş: Adnan Menderes(1), Atatürk(2), Bingöl(1), Çanakkale(3), Kastamonu(2), Mersin(5), Muğla(4), Mustafa Kemal(1), Rize(3), Süleyman Demirel(1), Tunceli(1), Yüzüncü Yıl(3)
  • 5 ile 10 arasında öğrenci alan 3 üniversite var: Akdeniz(8), Çukurova(8), İzmir Katip Çelebi(9)
  • Sadece 3 üniversite bir sınıf doldurmaya yetecek kadar öğrenci alabilmiş: Ankara(12), Ege(25), İstanbul(43). Bu üç bölümün toplam kontenjanı bile bütün ülkedeki su ürünleri mühendisliği tercihi yapanların tamamından fazla.

Liseden mezun olan herkesi doktor, hemşire, mühendis veya avukat yapamayacağımıza göre ülkemizin ihtiyacı olan diğer alanlar hakkında acilen bir planlama yapılması gerekiyor.

30 Temmuz 2013 Salı

İfade özgürlüğü temel bir haktır, engellenmemelidir

Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Timuçin Köprülü hakkında Hukuk Fakültesi öğrencilerinin mezuniyet törenine üzerinde #diren yazan bir tshirt giyerek katıldığı ve aşağıdaki konuşmayı yaptığı için bir soruşturma açılmış.

Sayın konuklar, ben bu öğrencilerin üç sene derslerine girdim. Ceza genel, ceza özel ve ceza usul derslerini benden aldılar. Üzerlerinde hakkım vardır; o yüzden birkaç kelime söylemek istiyorum. Merak etmeyin uzun konuşmayacağım. Yalanın hukuk, hukukun da yalan olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Son zamanlarda ‘polisimiz destan yazdı’ deniyor. Gösterilerde insanların öldürülmesiyle, göstericilerin kör edilmesiyle, binlerce kişinin gaza boğulmasıyla, avukatların adliye salonlarında sürüklenerek dışarı çıkarılmasıyla, ÇHD’li avukatların tutuklanmasıyla destan falan yazılmaz. Asıl destanı bu çocuklar yazmıştır. Teşekkürler”.

Timuçin hocanın söylediklerine katılmıyor olsaydım bile mezuniyet töreninde suç içermeyen bir konuşma yapmasının akademik özgürlükler arasında değerlendirilmesi gerektiğini düşünürdüm. Bu soruşturma sonucunda Timuçin hocaya bir ceza verilemeyeceği açıktır ama bunun camianın geri kalanı üzerinde estireceği korkunun bile fazlasıyla tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

İfade özgürlüğü en temel insan ihtiyaçlarından biridir ve engellenmemelidir.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Ne olacak fizik bölümlerinin hali?

ÖSYM her yıl olduğu gibi bu yıl da üniversitelere kaç puanla girildiğini, kontenjanları ve kayıt sayılarını gösteren bir belge yayınladı. Her yıl milyonun üzerinde öğrencinin sınava girdiği bir sistemde üniversitelerde boş kalan kontenjanların bir kısmı tercihlerin uygun yapılamamasından olsa da hangi bölümlere talep olmadığını göstermesi açıcından önemli bir belge bence. 351 sayfalık koca bir kitap olabilecek bu belgenin tümünün analizini yapmak bir blog girdisinin hacminin üzerinde bir iş olursa da bir bölüme kısaca bakmak istedim.

Bu yılın başında Bilim, Sanayi ve Teknoloji bakanı Nihat Ergün'ün "üniversiteler fizikçi değil pastacı yetiştirsin" açıklamasının ardından bu yıl fizik bölümleri ne durumda diye biraz baktım sonuç belgesine.

  • Toplamda 36 üniversitede 38 fizik bölümü var.
  • Sadece İstanbul Üniversitesinde ikinci öğretim var. 
  • 4 özel üniversitede fizik lisans eğitimi veriliyor: Işık, Bilkent, Koç ve Yeditepe.
  • Sadece 9 tane üniversite kontenjanını doldurabilmiş durumda: Boğaziçi, Işık, Bilkent, İstanbul, Koç, Marmara, ODTU, Yeditepe, Yıldız
  • Toplam kontenjan 1058. Kayıt yaptıran öğrenci sayısı 568.
  • 7 üniversitenin fizik bölümlerini hiç kimse tercih etmemiş: Atatürk, Celal Bayar, Cumhuriyet, Gazi (Polatlı), Harran, Muğla, Pamukkale
  • 5'in altında öğrenci alan üniversitelerin sayısı 11: Abant(4), Balıkesir(2), Çanakkale(1), Çukurova(4), Erciyes(3), Osmangazi(4), Fırat(1), Kastamonu(1), Sakarya(5), Süleyman Demirel(1), Yüzüncü Yıl(3)
  • 5 ile 10 arasında öğrenci alan 5 üniversite var: Akdeniz(7), Anadolu(9), Dokuz Eylül(8), Gebze(7), Kocaeli(7)
  • 6 üniversite 10'dan çok öğrenci almış ama kontenjanını dolduramamış: Ankara(19), Ege(23), Gazi(13), İstanbul (i.ö.)(19), İzmir Yüksek Teknoloji(17), Uludağ(11)
  • Toplamdaki doluluk oranı %53 olsa da sadece kontenjanını dolduramamış üniversitelere bakılınca bu oranın %25'e düştüğü görünüyor.
Bu tabloya bakınca gençlerin fizikçi olmaya hiç de hevesli olmadıkları herhalde herkes için çok açıktır. Kaan Öztürk aylar öncesinden bu durumun vehameti hakkında yazdığından ben aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum. Kaan hoca durumu olabildiğince açık özetlemiş, okuyun. Peki, çözüm önerisi nedir diyenler için de yine güzel bir yazısı var.

Sonuç olarak benim diyebileceğim; bu yolun sonu parlak değil maalesef.

Hangi Masaüstü Ne Kadar Türkçe Konuşuyor? -5-

Masaüstü ortamlarının Türkçe çeviri durumlarını yazdığım yazıların en kötü durumda olanını okuyorsunuz. Bakmayınca dağ oluyor gerçekten. Bu serinin eski yazılarına [1], [2], [3], [4] adreslerinden ulaşabilirsiniz.

Çeviri oranlarına geçmeden önce şunda anlaşalım; çeviri çok sıkıcı bir iş. Özellikle yazılım çevirisi. Bir belgeyi çevirirken akıp giden bir anlam bütünlüğü olduğundan sizin yazılanları takip etmeniz çok daha kolay oluyor. Yazılımların menülerini, yardım içeriklerini çevirmek bundan oldukça farklı. Sürekli güncellenen bir içeriği çevirmenlerin de güncel tutacak motivasyonu her zaman bulmaları mümkün olmayabiliyor. Bir çok projenin çevirisi büyük ekiplerle yapılmadığından bireysel çabalar ön planda oluyor. Çevirmenlerin hayatlarındaki iniş çıkışlar çalıştıkları projelerin çeviri yüzdelerini çok hızlı değiştirebiliyor. Bu çevirilerin tamamen gönüllülük esasına göre, bir karşılık beklemeden yapıldığını da hesaba katmak gerekiyor.

Artık Türkçe çeviri oranlarına geçebiliriz:

KDE: Geçen yıl %78 olan Türkçe çeviri oranı %84'e çıkmış.
Gnome: Geçen yıl %88 olan çeviri oranı %80'e düşmüş.
LXDE: Geçen yıl %100 olan çeviri oranı %89'a düşmüş.
Enlightenment: Geçen yıl %100 olan çeviri oranı %59'a düşmüş.
Fluxbox: Geçen yıl %100 olan çeviri oranı yeni sürüm çıkmasına rağmen hala %100.
XFCE: Geçen yıl %100 olan çeviri oranı %69'a düşmüş.

Geçen yıla göre KDE ve Fluxbox haricindeki tüm masaüstlerinde ciddi düşüşler var. Bütün masaüstü ortamaları bir yıl içinde yeni sürümler çıkardılar, çoğu çeviri altyapısını yeniledi. Yazılım canlı olunca çevirisini olduğu yerde bırakmak çeviri oranının aşağıya düşmesine neden oluyor.

Tüm işletim sistemlerinde çalışan sürümleri bulunan ofis paketi olan LibreOffice de ise durum geçen yıla göre çok iyi. Hem arayüz, hem de yardım içeriği neredeyse tamamen Türkçeleştirilmiş durumda. Çok yakın zaman önce 4.1 sürümünü çıkaran LibreOffice'in bu sürümünün çevirisinin yetiştirilmesi önceden olduğu gibi Zeki Bildirici'nin kişisel çabalarıyla oldu.

Yerelleştirmenin önemine inanıyorsanız, biraz da vaktiniz varsa sizi de çeviri ekiplerinden birine bekleriz.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Outreach Program for Women 2013

Gnome Vakfı yılda iki defa sadece kadınların başvurabildiği üçer aylık staj programları düzenliyor. Bu programların işleyişi büyük oranda GSOC'a benziyor ama başvuru yapabilmek için öğrenci olma şartı bulunmuyor. Çok sınırlı sayıda kabul yapıldığından ve çalışanlar da başvurabildiğinden yüksek bir rekabet oluyor. Etkinliği her ne kadar Gnome Vakfı düzenlese de katılan organizasyonlar arasında KDE, Joomla, Mozilla ve Linux Kernel gibi hepimizin tanıdığı isimler de var.

Bildiğim kadarıyla bu yıl 17 Haziranda başlayan yaz dönemine kadar Türkiyeden kabul edilen olmamıştı bu programa. Bu yıl ilk defa Galatasaray Üniversitesinden Tülin İzer Linux Kernel projesine kabul edildi. Bu gecikmiş yazıyla kendisini tebrik etmek isterim. Umarım sonraki dönemlerde daha fazla kızımız özgür yazılım dünyasının içinde yer alır.


8 Temmuz 2013 Pazartesi

XVIII. Türkiye'de İnternet Konferansı ve Akademik Bilişim 2014

Türkiye'de İnternet Konferanslarının onsekizincisi bu yıl 9-11 Aralık 2013 İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsünde yapılacak.

Onaltıncı Akademik Bilişim Konferansı ise 5-7 Şubat 2014 tarihleri arasında Mersin Üniversitesinde düzenlenecek.

Bilişim camiasının en büyük iki buluşmasını takvimlerinize şimdiden işaretleyin de sonradan keşke haberim olsaydı demeyin.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Sosyal medya ve haklarımız

Yasakların ve özlük haklarına müdahalenin artmasıyla birlikte başlayan, Gezi Parkı olayları ile doruğa çıkan hareketi bahane edip, devlet tarafında ortaya atılan, "Sosyal Medya Düzenlemesi" hakkında Yakından Eğitim gönüllüsü özgür yazılımcıların söyleyecekleri var.

Özgürlüğün sadece yazılım tarafını savunarak bir sonuca varılamayacağını, özgürlük mücadelesinin hayatın her alanında savunulması gerektiğini düşünen bizler, olası bir "Sosyal Medya Düzenlemesi"ne karşı çıkıyoruz.

FATİH projesinde özgür yazılımları kullanacağız deyip, ardından vatandaşlarının bilgi alma özgürlüklerini kısıtlamak isteyen bu pragmatik tutumu yanlış buluyoruz. Halkın neden geleneksel medya yerine sosyal medyayı tercih ettiğini düşünmeye çağırıyoruz.

Gelişmiş ülkelerde tartışılan konu; eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerin yanında, internetin de bir vatandaşlık hakkı olması gerekliliği iken, Türkiye'de konuşulanın sansür olması üzücüdür. Daha önceki DNS engellemelerin de halkın nasıl hızlıca durumu öğrenip, alternatifler yarattığını hatırlayalım. İnsanları bu tip çözümlere zorlamak yerine, daha fazla bilgi edinme hakkı yaratılmaya çalışılmalıdır. İnternet üzerinde nickname/mahlas kullanımının bir gelenek olduğunu hatırlatıyor ve engelleme yerine Internetin davranışını anlamaya davet ediyoruz.

Özgür yazılım/bilgi kültürü ile yaşamış bizler, bu özgürlükleri savunmayı, her zaman kendimize bir borç olarak görüyoruz. Konu ile ilgili bazı dost kuruluşların yayınladığı "Sosyal medya ve haklarımız" isimli bildirinin de altına imza attığımızı belirtiriz.

Özgür Yazılım, Özgür Dünya

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Bitirme projesi

Üniversitenin son yılında bütün mühendislik fakültelerinde iki dönem süren bir bitirme projesi dersi oluyor. Bu ders iyi kullanılırsa öğrencinin meslek hayatına atılmadan önce kullanabileceği çok iyi fırsata dönüştürülebiliyor. Eğer bir özgür yazılım projesine katılmamışsa yeni mezun bir bilgisayar mühendisinin şunu yaptım diyebileceği bitirme projesinden başka çok az şey oluyor elinde. Bir diğer fırsat alanı da yaz stajları ama o ayrı bir yazının konusu olabilir.

Elbette bir özgür yazılım projesinin parçası olmak cv'ye yazılabilecek en havalı şey. Bunun için ne bir danışmana ihtiyacınız var ne de başka bir şeye. Biraz İngilizce ve çokça çalışmak sizi istediğiniz özgür yazılım projesine dahil edebilir. Bence bir bilgisayar mühendisinin ortak çalışma yürütebildiğini, bir plana bağlı çalışabildiğini gösteren en önemli gösterge okulunun dışındaki birileriyle birlikte bir geliştirme yapmış olmasıdır. Ohloh'daki hesabınız bence sayfalarca cv'den daha etkili olacaktır.

Aşağıdaki önerileri okurken bambaşka doğrular da olabileceğini hesaba katmak, bunları yapmadan da çok başarılı olunabilirken bunları yapıp da başarısız olunabileceğini de unutmamak gerekir.

Danışman seçimi:

  • Bitirme projesinde danışmanınızı siz seçebiliyorsanız (bunun seçime bağlı olmadığı yerler de var) ne yapmak istediğinize bağlı bir seçim yapın. Danışmanınızın sürekli çalışmalarınızla ilgilenmesini, danışmanlık yapmasını istiyorsanız size vakit ayırabilecek birini seçin. Bu konuda hayalci olmayın. Hocanın ders yükünü haftalık mesaisinden çıkartıp kalan zamanı öğrenci sayısına bölmeyin. Gerçekte size ayırılabilecek zaman bu hesapta ortaya çıkanın çok altında olacaktır. Sizin de dersleriniz var ve bunlar hocanın size ayırabileceği vakitlerle nadiren çakışmayacaktır. Bir hocanın haftalık 1-2 saatini size ayırabilmesi durumunu olumlu kabul etmelisiniz. Projenizde daha fazla danışmanlığa ihtiyacınız olacaksa bunu baştan hocayla konuşun.
  • Projenize fazla karışan olmasın istiyorsanız gidin başı en kalabalık hocayı seçin. Hocanın çalışma alanıyla sizin projenin arası ne kadar fazla açılmışsa o kadar serbest kalacaksınızdır muhtemelen. Bunu önermiyorum ama hocanın çalışma alanında birşeyler yapıp gözden ırak olmayı beklememek gerekir diye yazıyorum.
  • Kiminle çalışacağınıza kesinlikle üçüncü sınıfın sonunda karar vermiş olun. Hocanın o yıl mezun olanlara hangi projeleri yaptırdığına bakın. Bazen çok iyi bir danışman sizi pek de ilgilenmediğiniz bir alana yöneltip, sevdirebilir. Danışmanınız olmasını istediğiniz bir kaç hocayla konuşun. Yanına gittiğiniz herkesin "nasıl bir konuda çalışmak istiyorsun" diye soracağını ve sizin "bilmiyorum" cevabınızı beğenmeyeceğini hemen söyleyebilirim.
  • Danışmanınızla ev arkadaşı olmayacağınızdan en çok anlaşabildiğiniz hocayı seçmenize gerek olmasa da en anlaşamadığınız hocayla çalışmak da çok keyifsiz olacaktır.
  • Bitirme projesindeki danışmanınızı en azından haftada bir defa göreceksiniz ve bu onu sınıfta 40-50 kişiyle birlikte görmek gibi olmayacak. Ya tek başınıza ya da ekip arkadaşlarınızla olacaksınız. Muhtemelen arada yaptıklarınızı beğenmeyecek. O hafta niye yeterince çalışmadığınızı soracak. Bazen onun dinlemeye enerjisi olmayacak ama sizin hep anlatacak enerjinizin olması gerekecek. O size kızacak ama siz ona küsemeyeceksiniz, bunu kesaba katın.
  • İlk iş başvurunuzda muhtemelen danışmanınız aranacak referans olarak.
  • Belki danışmanınızın 100. öğrencisi olacaksınız ama o sizin tek danışmanınız olacak. Bu seçimi iyi düşünerek yapın.
  • Sonuçta kiminle çalışırsanız çalışın her şeyi siz yapacaksınız. Çok çalışırsanız başarılı olacaksınız. İşin en net kısmı burası.
Proje seçimi:

  • Proje seçimi aşamasında sizden beklenen hangi alanla ilgilenmek istediğinize karar vermiş olmanız. Bu çerçeveyi belirlediğinizde konuyu hocanın danışmanlığında kararlaştırabilirsiniz. Elbette üzerinde çalışmak istediğiniz konuyu belirleyebilmişseniz bu daha da iyi olacaktır ama danışmanlık denen iş konuya karar verme aşamasında başlıyor çoğu zaman.
  • Kendinizi nasıl bir iş yaşamının içinde düşünüyorsanız bununla ilgili bir proje konusu belirlemeye çalışın. Mesleğe atılmadan önceki son yılınızı bir bakayım bu konuya diyerek geçirmeyin. Meslek hayatınızda tornavida tutmayı planlamıyorsanız bitirme projenizde de tutmayın.
  • Hiç yapılmamış birşeyi yapmaya çalışmayın. Sizden dağların yerini değiştirmeniz beklenmiyor. Bu proje ile kendinize en fazla ne katabilirseniz öyle değerlendirin.
  • Hem ulusal hem de uluslararası bir çok proje yarışması var. Onlardan birine katılmak yararlı bir deneyim olabilir.
  • Meslek hayatınızı da teorik çalışmalarla geçirmeyecekseniz mutlaka sonucunda ortaya birşey çıkan bir proje konusu belirleyin.
  • Okuldan mezun olduğunuzda bitirme projesi de sizin için bitmiş olacak. Bunu düşünerek yıl sonuna kadar tamamlayabileceğiniz bir iş seçin. Kesinlikle mezun olduktan sonra da geliştirmeye devam ederim demeyin. Etmezsiniz.
  • Projenizi belirledikten sonra mümkün olduğunca duyurun. Hakkında blog yazın, kodlarını paylaşın. Fikriniz çalınır diye korkmayın. Zaten işi tamamladığınızda gösterebilmek için yapıyorsunuz. Çalacak olan o zaman çalar. Çok istisnai durumların dışında projeniz hakkında ne kadar çok ses çıkartırsanız o kadar iyi olacaktır sizin için. Konuşabileceğiniz, çalışmalarınızı sunabileceğiniz her fırsatı değerlendirin.
Bireysel çalışma mı ekip çalışması mı?

  • Her ikisinin de zorlukları var. Bireysel çalışırsanız takıldığınız yerden çıkarken yardım alabileceğiniz kimse olmayacaktır ama bu aynı zamanda kimseyi bir yerden çıkarmanızın da gerekmeyeceği demek olur.
  • İkiden daha kalabalık ekiplerin yönetimi işi çok zahmetlidir. Hele ekip elemanlarının arkadaşlarınız olacağını düşünürseniz, ancak çalışma konunuz birbirinden bağımsız alanlara ayrılabiliyorsa ve danışmanınız bu kalabalık ekibi idare etmeyi göze alıyorsa böyle bir işe girişin. Yoksa sonu hüsran olur.
  • İki kişilik bir ekip iyidir aslında. Bazen siz ona sırtınızı dayarsınız, bazen o size. Hem koordine olması hem de birbirinin eksiğini kapatması kolay olur ama sakın sevgilinizle birlikte bir ekip oluşturup bitirme projesi yapmaya kalkmayın.
  • Mezun olduğunuzda mutlaka bir ekiple çalışacaksınız diye illa bitirme projesini de bir ekiple yapmanız gerekmez. İş hayatındaki takım arkadaşlarınız profesyonel insanlar olacağından (tamam beklentilerinizi çok yüksek tutmayın ama bu işten para kazanıyor olacaklar en azından) öğrencilikten çok farklı bir çalışma disiplini olacak herkeste. Çalışacağınız konuya, danışmanınıza ve size bağlı olarak bireysel çalışmak bazen daha iyi olabilir.

12 Mayıs 2013 Pazar

Bilgisayar mühendisliği öğrencileri için kriptografi dersi

Önce kısaca bu yazı yazıldığındaki durumumuzu özetleyeyim. Hiç bir bilgisayar mühendiliği bölümünde kriptografi zorunlu ders olarak okutulmuyor (veya ben bilmiyorum). Az sayıdaki üniversitede ise çeşitli isimler altında seçmeli ders olarak müfredatta yer alıyor. Ben üç yıldır Çanakkale'de bilgisayar mühendisliği öğrencilerine kriptografi'yi seçmeli ders olarak anlatıyorum.

Kriptografi günümüzde iyi bir matematik alt yapısı olan ve bilgisayar mühendisliği bakışına sahip bilim insanları için disiplinler arası bir çalışma alanı konumunda. Bu alanda çalışmak için mutlaka matematik çalışmayı sevmek gerekiyor. Bir çok kriptografik algoritmayı anlayabilmek için bile temel matematiğin üzerinde bilgi seviyesi gerekli oluyor. Bu nedenle dersi takip etmek, kriptografik algoritmaların büyüleyici güzelliğini görmek diğer derslere göre biraz daha zahmetli olabiliyor. Bu dersi alan üçüncü sınıf bilgisayar mühendisliği öğrencileri dersin tüm detaylarını takip edecek kadar matematikle ilgili olmuyorlar. Lisans seviyesinde bir seçmeli derste öğrencilere kriptografinin nasıl bir çalışma alanı olduğunu ve içindeki çarpıcı güzelliği göstermenin bile başarı olacağını düşünüyorum.

Derste kriptografinin güvensiz bir medyayı kullanarak nasıl güvenli haberleşme yapmayı sağlayabildiğinin yolları anlatılıyor. Anlatılan matematiksel kavramların başında kendisinin hesaplanması kolay fakat tersinin bulunması çok zor fonksiyonlar (tek yönlü fonksiyonlar) geliyor. Bu tip fonksiyonlar veri bütünlüğünün kontrol edilmesinde ciddi kullanım alanına sahipler. Bir veriyi bu tip bir fonksiyonla şifreleyip alıcıya göndermek ilk bakışta iyi fikir gibi görünse de bu veriden anlam çıkarmasını beklediğimiz tarafın da aynı zorluğu yaşayacağını düşünürsek şifrelemede neden kullanılamayacaklarını hızlıca anlayabiliyoruz. Burada imdadımıza tek yönlü fonksiyonların ilave bir bilgi kullanılarak kolayca geri döndürülebilen bir hali olan arka kapılı tek yönlü fonksiyonlar yetişiyor. Bu tip fonksiyonlar bu ilave bilgiyi (anahtar) bilen taraf için kolayca geri döndürülebilirken, bilmeyen taraflar için geri döndürülemez fonksiyonlar olarak tanımlanıyorlar.

Arka kapılı tek yönlü fonksiyonlar kriptografide çok önemli bir yere sahipler. Şifrelemede kullanılan anahtar sadece yetkili taraflarda bulunduğu sürece hangi şifreleme yönteminin kullanıldığının bilinmesi bile bir tehlike oluşturmuyor çünkü fonksiyonlar ancak bu anahtar sayesinde geri döndürülebiliyorlar. Şifreleme ve deşifreleme işlemlerinde aynı anahtarın kullanıldığı bu simetrik kriptosistemlerin önemli algoritmaları derste en basitlerinden daha karmaşık olanlarına doğru anlatılarak kriptografideki gelişimin gözlemlenmesi sağlanmaya çalışılıyor. Elbette konu ikinci dünya savaşında Almanya'nın hesaplarını bozan ve hepimizin kaderinin değişmesinde rolü olan Alan Turing'e, onun çalışmalarına ve hazin sonuna geliyor. Bu aşamada öğrenciler tek kullanımlık şerit haricindeki tüm şifreleme yöntemlerinin kırılabilir olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş oluyorlar.

Simetrik şifreleme çok başarılı çalışmasına rağmen çok ciddi bir sorunu da beraberinde getiriyor: anahtarın karşı tarafa ulaştırılması. İletişimde bulunulan kanal güvensiz olunca anahtarı deşifrelemeyi yapmasını istediğimiz tarafa ulaştırmak önemli bir problem haline geliyor. 1970'lerin sonuna dek bu sorunun üstesinden gelmenin anahtarı bir başka güvenli iletişim kanalı kullanarak göndermekten başka yöntemi bulunmuyordu. Kriptografide önemli bir kilometre taşı ve radikal bir fikir olan şifrelemede başka, deşifrelemede başka anahtar kullanılması fikriyle bu sorunun üstesinden gelmek hedefleniyor. Açık anahtarlı şifreleme olarak adlandırılan bu yöntem ile önerilen birbiriyle ilişkili bir anahtar çifti üretilmesi ve şifrelemede kullanılacak anahtarın herkesin ulaşabileceği şekilde bulundurulması oluyor. Bu harika fikir sayesinde açık anahtarını bildiğiniz birine elinizdeki düz metni şifreleyip gönderip sadece onun bu metni deşifreleyebileceğine inanmanız mümkün oluyor.

Şifreleme yapan tarafın deşifreleme yapamaması elbette çok iyi bir fikir ama bu nasıl gerçekleşecek sorusu da önemli. Sonuçta yapmak istediğimiz şey birbiriyle ilişkili iki anahtar üretmek ve bunların sadece birini bilen bir tarafın diğerini hesaplayamamasını sağlamak. Burada hesaplayamaması derken elbette anlamlı bir zamanda bu hesabın sonuçlanmasını kastediyoruz. Günlük hayatta kullandığımız büyüklükteki sayılarla bu sorunun üstesinden gelmek mümkün değilken ölçek büyüyünce kolay diye düşündüğümüz bir çok işlemin geri döndürülmesinin çok zor olduğunu görüyoruz.

Bu yöntemlerin en çok bilinenlerinden biri olan RSA, 1977 yılında üç büyük bilim insanı tarafından büyük sayıların asal çarpanlarına ayrılmasının verimli bir zamanda yapılamayacağı varsayımından yola çıkılarak oluşturuluyor. Bu yazıda matematiksel alt yapısına değinmenin imkanı yok ama p ve q gibi iki büyük asal sayıyı çarpmak fevkalade kolayken onların çarpımından oluşan (=pxq) sayısını asal çarpanlarına ayırmak geri döndürülmesi çok fazla işlemci zamanı alacak bir işlem olarak karşımıza çıkıyor. Asal sayılar matematikçilerin yüzyıllardır çalıştığı alanlardan biri olmasına rağmen bir asal sayı formülü bulunabilmiş değil. Hatta bu konuda bir ümit de yok benim bildiğim. Büyük sayıların asal çarpanlara ayrılması problemini kullanan Rabin Kriptosistemi gibi başka kriptosistemler de mevcut. Derste bu noktaya gelindiğinde öğrencilerin çarpma gibi basit bir işlemin sayılar yeterince büyük olduğunda geri döndürülemez bir işlem olduğunu görüp büyülenmeleri hedefleniyor ama bu nadiren olan bir şey genellikle.

Açık anahtarlı kriptografide kullanılan çözülmesi zor tek problem elbette asal çarpanlara ayırma değil. Örneğin Merkle-Hellman kriptosistemi alt küme toplamı problemine dayanıyor ve alt küme toplamı problemi de ancak kümenin eleman sayısı çok fazla olduğunda bir problem olarak karşımıza çıkıyor.

Eliptik eğriler de kriptografik olarak önemi olan konular arasında olduğundan onlardan bahsetmeden geçmek mümkün değil. Öğrenciler eliptik eğriler hakkında neredeyse hiç bir şey bilmiyor olmalarına rağmen eliptik eğri kriptografisinin kavramlarını kolayca anlamaları mümkün oluyor.

Açık anahtarlı kriptografi sadece simetrik şifrelemede kullanılan anahtarın taraflar arasında değişimini sağlamakla kalmıyor elbette. Simetrik şifreleme kullanılırken mevcut olmayan elektronik imza kavramı da açık anahtarlı şifreleme ile hayatımıza giriyor. Elektronik imza ile ıslak imzada bulunan inkar edilemezlik, taklit edilemezlik, veri bütünlüğünün kontrolü [2] gibi kavramlar elektronik belgeler için de kullanılabilir hale geliyor. Dersin bu aşamasına gelindiğinde bütün öğrencilerden eposta adresleri için oluşturdukları elektronik imzaları sunuculara yerleştirmeleri ve bu imzaların parmak izlerini sınıftaki arkadaşları ile paylaşmaları isteniyor. Bu anahtar imzalama partisi sayesinde elektronik imzalar güvenli bir şekilde paylaşılmış oluyor.

Açık anahtarlı şifreleme denilince Diffie-Hellman anahtar değişim protokolünün şaşırtıcı algoritması ile herkesin erişebildiği bir medya üzerinden sadece gönderenin ve alanın bildiği bir sırrın oluşturulmasını da anlatmadan geçmek mümkün değil [1]. Renklerle bile kolayca anlatılabilen bu algoritmanın akıl dolu bambaşka bir güzelliği mevcut olsa da bundan etkilenen çok fazla olmuyor.

Simetrik ve açık anahtarlı kriptografinin çeşitli algoritmalarını görmüş olan öğrenciler artık kendilerini şaşırtacak bir şey kalmadığını düşünürken kriptografide sorunlar ve çözümler tükenmiyor. Dönem başından itibaren iletişim kanalının güvensiz olduğu ve bu kanalı dinleyen üçüncü taraflar olabileceği anlatılırken bu iletişimi dinleyen pasif bir dinleyici olup olmadığı nasıl anlaşılır sorusu gündeme geliyor artık. Veri iletişimini pasif olarak dinleyen, müdahalede bulunmayan birinin fark edilmesi klasik kriptografik yöntemlerle mümkün değilken kuantum kriptografi bu soruna da bir çözüm getiriyor. Lise ve üniversite eğitim hayatında kuantum mekaniği ile ilgili hiç bir şey görmemiş bilgisayar mühendisliği öğrencilerine Heisenberg'in belirsizlik teoremini anlatacak kadar teorik bilgi verdikten sonra BB84 anahtar değişimi algoritmasının gerçek üstü gibi görünen etkileyici algoritması anlatılıyor.

Yaklaşık 30 yıllık bir geçmişi olan BB84 gözlem yapanın gözlediğine müdahale ettiği gerçeğine dayanıyor. Sadece kriptografi için değil sosyal olarak da çok geniş etkileri olan Heisenberg'i bile hayatında hiç duymamış olan öğrencilerin BB84'ü anlayıp etkilenmeleri elbette hiç kolay olmuyor.

Artık görülecek her garipliği gördük diyen öğrencilere son olarak deterministik olmayan kriptosistemlerin de varlığını göstererek kriptografinin büyük resmini görmelerine yardımcı olmayı hedefliyoruz. Deterministik kriptosistemler aynı anahtarı kullandıkları sürece bir düz metni her seferinde aynı şifrelenmiş metne dönüştürürken probabilistik kriptosistemler aynı anahtarı kullanmalarına rağmen her seferinde farklı şifrelenmiş metinler üretmeleriyle bambaşka bir güzelliğe sahipler. Anahtar üretimi sırasında bütün kriptosistemler rasgelelik içerseler de probabilistik açık anahtarlı kriptosistemlerin şifreleme işlemi sırasında da rasgelelik içermesine rağmen geri döndürülebilir olmaları ilk bakışta şaşırtıcı geliyor ama Blum-Goldwasser, Goldwasser-Micali ve Okamoto-Uchiyama gibi algoritmaların detaylarıyla konunun anlaşılması hedefleniyor.

Kriptografinin bu geniş yelpazesi ve gerektirdiği yoğun matematik göz önüne alındığında bir dönemlik bir ders ile öğrencilere kazandırılabilecek şeylerin oldukça sınırlı olduğunu söyleyebilirim. Ben bu dersi düzenli takip eden bir öğrencinin veri şifreleme, deşifreleme, imzalama gibi kavramlar hakkında bilgi sahibi olmasını ve ileride bu konular hakkında araştırma yapmak istediğinde hedefine kolayca ulaşabilmesini hedefliyorum. Hiç kriptografi ile ilgili çalışmayacak bir bilgisayar mühendisinin bile veri iletişimi, saklanması gibi konularda nelerin yapılabilir, nelerin yapılamaz olduğu konusunda bir vizyonunun olması gerektiğini düşünüyorum. Neredeyse bütün web trafiğinin https üzerinden aktığı düşünülürse bu protokolün nasıl çalıştığını [3] bilmeyen bir bilgisayar mühendisi olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Giderek daha yaygın kullanım alanları ortaya çıkan blokzincir kavramı ve uygulamaları da anlatılarak ders dönemi sonlandırılmış oluyor.

Son olarak; yazıda İngilizce wikipedia'ya bir çok bağlantı var. Bu maddelerin büyük bölümünün Türkçe wiki'de ya hiç karşılığı yok ya da çok kısa maddeler olarak bulunuyorlar. Her dönem kriptografi dersini alan öğrencileri bu ve benzeri maddeleri yazmaları/genişletmeleri konusunda teşvik ediyorum. Umudum odur ki bir kaç yıl sonra kriptografinin temel kavramlarının tamamı Türkçe wikipedia'da da mümkün olduğunca detaylı bir şekilde okunabilecek hale gelecektir.

[1] https://www.nyucel.com/2019/07/guvensiz-kanaldan-anahtar-degisimi.html
[2] https://www.nyucel.com/2017/02/sha1in-krlmas-ne-anlama-geliyor.html   

[3] https://www.nyucel.com/2017/05/https-nasl-calsyor.html

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Muğla Özgür Yazılım seminerinin ardından

26 Nisanda Enis Karaarslan'ın davetlisi olarak Muğla Üniversitesine Linux ve Özgür Yazılımlar hakkında konuşmak için gittik. Bir ay sonra meslektaş olacağımız öğrencilerim Serhat Rıfat Demircan ve Ahmet Can Kepenek, üçüncü sınıfta ilk konuşmasını yapan Ebru Akagündüz ve ikinci sınıf öğrencilerimden Esra Altıntaş ile birlikte güzel iki gün geçirdik.


2007'de Ulaknet Çalıştayına ve 2010'da Akademik Bilişim Konferansına katıldığımda gittiğim Muğla'yı ilk defa Enis sayesinde etraflıca gezme fırsatım oldu. Doğal güzellikleriyle gerçekten görülmeye değer bir şehir Muğla. Üniversitenin fiziksel şartları da bir arada değerlendirildiğinde Muğla'nın bana yaşanabilir bir şehir olarak göründüğünü söylemeliyim.

Yaklaşık dört saat süren konuşmamız sırasında 80 kişilik salon neredeyse tamamen doluydu. Ben ilk olarak Linux ve özgür yazılımlar hakkındaki büyük resmi çizmeye çalıştım. Daha önce defalarca aynı konuda konuştuğum için dinleyiciler için sıkıcı bir konuşma olmadığını tahmin ediyorum. Benden sonra konuşan Serhat ve Ahmet daha önce iki Akademik Bilişim Konferansında dörder günlük python eğitimi verdiklerinden oldukça tecrübeli konuşmacılar olarak özgür yazılım projelerine katkıda bulunmanın yollarından bahsettiler. Daha sonra ilk konuşmasını yapacağı için çook heyecanlı olan Ebru ve Serhat örnekler üzerinden Gnome bugzillasından birer hatayı nasıl kapattıklarını, sürecin nasıl işlediğini anlattılar. Her ikisi de yaptıkları işleri çok samimi bir anlatımla kendi akranları olan dinleyicilere aktardılar. Son dakikaya kadar heyecandan eli ayağı titreyen Ebru kendi beklentisinin de üzerinde bir canlılıkla konuştu. İkinci sınıf olan Esra bu sefer konuşmadı ama bundan sonraki etkinliklerde o da konuşmacılar arasında olacak.

Bizi dostça misafir eden Enis hocaya bütün ekip adına teşekkür ediyorum. Ahmet, Esra ve Serhat'a da kendileriyle gurur duyduğumu buradan da yazmış olayım.

23 Nisan 2013 Salı

VSRE: "very short reply expected" (çok kısa cevap bekleniyor)

Sıklıkla tek kelimelik cevaplar verebileceğimiz epostalar alıyoruz. Aslında sadece "Evet", "Hayır", "Geleceğim" yazmak istediğimiz halde bunun kabalık olarak algılanacağını düşündüğümüzden bu basit cevapları yazamıyoruz.

Basitçe "katılamayacağım" demek yerine "Selamlar Erdinç, Düzenlediğiniz ... konferansını takip ediyorum. Çok katılmak istememe rağmen ... ve ... ve ... nedeniyle üzülerek katılamayacağım. Nazik davetin için teşekkür eder, başarılı bir etkinlik olmasını dilerim." gibi uzunca yazmak gerekiyor. Bazen olumlu cevap vermek de aynı karmaşıklığı gerektirebiliyor. Ancak çok yakın tanıdıklarımıza "geliyorum, biraz detay ver" diye yazabiliyoruz.

Uzun cevap yazmak çoğunlukla daha geç cevap yazmak demek oluyor. Aslında cevabı alan kişi de bizim yazmak istediğimiz o kısa cevabı bekliyor oluyor çoğu zaman.

Davetiyelerde çokça rastladığımız RSVP (lütfen cevap verin) gibi bir anlaşma ile bu sorunun üzerinden gelinebileceğini düşünen Panayotis Vryonis'in önerisi kısa cevap beklediğimizde VSRE kullanmak. Bir kaç şekilde kullanmak mümkün VSRE'yi:
  • Eposta konu satırında "VSRE: Uluslararası Özgür Yazılım Konferansı daveti" ifadesini görünce rahatça "gelemeyeceğim", "bunu kaçırmam" gibi cevaplar verebiliriz.
  • Epostanın sonunda "Cevabınızı bekliyorum (VSRE)" veya "VSRE, Necdet" ifadelerini gördüğümüzde de yine kısa cevaplar verebiliriz gönül rahatlığıyla.
Bir epostada VSRE ifadesini kullandığınızda tek (en fazla beş) kelimelik cevaplara razı olduğunuzu unutmamanız gerekir. Hem postada VSRE kullanıp hem de aldığınız "peki" cevabına alınmak uygun olmayacaktır.

Hepimizi rahatlatacak bir anlaşma olacağını düşündüğüm VSRE henüz iki günlük bir öneri. Hakkındaki tartışmalara buradan gözatmak veya katılmak isteyebilirsiniz.

16 Nisan 2013 Salı

Kilis 7 Aralık Üniversitesi Linux seminerinin ardından

12 Nisan'da Türkiye'de İnternetin 20. yılında 'Türkiye'de Linux'un Gelişimi' başlıklı bir konuşma yapmak için Kilis 7 Aralık Üniversitesindeydim. Hem daire başkanı Mikail hoca hem de üniversitede çalışan arkadaşlar çok sıcak karşıladılar ve misafir ettiler beni. Çok ilgisiz bir topluluğa konuşmuş olsam da sadece üniversitede çalışan arkadaşlarla görüşmek bile gittiğim onca yola değdi.

Kilis'e 2010 yılında Ağ Teknolojileri Durum Tespit Komisyonu üyesi olarak gitmiştim. Aradan geçen üç yılda artan öğrenci sayısının ve Suriye'den göç edenlerin etkisiyle şehir oldukça değişmiş. Üç yıl önce öğrencinin oturup gevezelik edebileceği neredeyse hiç yer yokken buradan para kazanılacağını görenler sayesinde alternatif mekanlar açılmış. Suriyeden gelenlerin sayısının çok fazla olması nedeniyle Arapça neredeyse ikinci dil olarak konuşulur olmuş. Bu büyük göç sayesinde ev kiralarının çılgınca artması ve şehrin inşaat alanına dönüşmesi herkesin tahmin edebileceği ama üzücü sonuçlar olarak hemen görülebiliyor.

Her ne kadar değişmiş olsa da hala bir sineması bile olmayan bir il merkezi Kilis. Üniversitenin fiziki şartları iyileşmiş olmasına rağmen, çalışanlar ne kadar iyi niyetli olsalar bile Kilis'te öğrenci olmak da çalışmak da çok zordur eminim.

9 Nisan 2013 Salı

Özgür Yazılım ve Linux Günleri 2013'ün ardından

Özgür Yazılım ve Linux Günleri bu yıl da çok eğlenceli geçti benim için. İşin doğrusu etkinliğin ana teması NoSQL olunca çok fazla konuşma benim ilgi alanımın dışında kaldı. Eminim veritabanı insanı olmadığı için etkinliğe gelmemiş çokça insan vardır.

Etkinlik Musta ve Chris hocaların kısa konuşmalarıyla başladı. Her ikisini de dinlemenin ayrı keyifli tarafları var. İkinci konuşmalar arasından Ahmet Kaplan'ın Pardus'la ilgili sunumu bence dikkat çekiciydi. Ahmet hoca yaptıkları çalışmaları anlattı. Mevcut durum neredeyse kimseyi tatmin etmediği gibi sunumdaki açıklamalar da bence yetersizdi. Keşke teknik ekipten de biri olsaydı ve o cevaplasaydı soruları. Ahmet hoca çok geniş pencereden geleceğe yönelik planlarını anlattı ama anlattıklarını destekleyecek şeyleri gösteremiyor oluşu ikna ediciliğini çok azalttı doğrusu. Pardus eski geliştiricisi Ozan Çağlayan söz alarak durumdan memnun olmadığını ve durumu takip edeceğini söyledi. Konuşmanın ardından etkinlik alanında da kalabalık bir grup birlikte konuştular ama ben dinleyici olarak katılmadım sohbete. Bu vesileyle kısa süreliğine memlekette bulunan Gökçen'i de görmüş oldum.

Üçüncü oturum olarak Çağrı Ersen'in nagios sunumunu dinledim. Yazılarından tanıdığım ve takdir ettiğim biri olduğundan yüz yüze görüşüp tanışmış olmaktan çok mutlu oldum. Sunum her açıdan çok başarılıydı. Keşke iki lafın belini kırmaya fırsat olsaydı. Umarım başka bir etkinlikte bu fırsatı yakalayabilirim.

Öğleden sonra önce JMeter anlatan Gökhan Akgün'ü dinledim. Gökhan çok akıllı ve çalışkan biri olduğundan ileride eminim çok daha iyi bir hatip olacaktır. Bu sunum da güzeldi bence.

İlk günü Doruk'un salondan taşan katılımcıların olduğu Sürdürülebilir Linux Sistem Yönetimi semineri ile bitirdik. Doruk zaten yılların tecrübeli konuşmacısı olduğundan herkesi konunun içine çekerek çok başarılı bir konuşma yaptı. Eminim herkes beklediğinden fazlasını bularak ayrılmıştır ilk günün sonunda.

Pazartesi başlayan sınavları olmasına rağmen iki geceyi yolda geçirmeyi göze alıp benimle birlikte gelen öğrencilerim Aybüke, Ebru ve Esra ilk günün sonunda geri döndüler. Konu sınavlar olunca ısrar etmek imkanı olmadı ama hem akşam sohbetlere hem de ikinci güne katılmış olmalarını çok isterdim doğrusu. Bu kadarının bile onlar için iyi bir tecrübe olduğuna eminim.


İkinci gün Couchbase anlatan Kaan ve İşbaran'ı dinleyerek başladı etkinlik benim için. Her ikisi de konuya çok hakim olduklarından benim dinlediğim en başarılı sunumlardan birini yaptılar. Olumlu ve olumsuz yanlarıyla tecrübelerini çok iyi aktardılar. Bu iki kocaman adamla öğrenciliklerinde birlikte bulunmuş olmaktan bir kez daha gurur duydum.

Etkinliğin son oturumunda geçen yıldan bu yana konuştuğumuz Yakından Eğitim hakkında bir sunumumuz oldu. Katılanların çok büyük bölümünü tanıyordum, benim tahminimin çok altında katılımcı vardı salonda. Yakından Eğitim'i neredeyse hiç duyuramadığımızı etkinlik alanındakilerin neredeyse hiçbirinin haberinin olmamasından anlamak mümkündü. Umarım bu dönem yapılacak güzel işlerle bir sonraki döneme başlarken daha çok adını duyurabiliriz.

Bilgi Üniversitesi ekibi her yıl olduğu gibi yine çok iyi hazırlanmıştı, aksayan birşey yoktu, özverili çalıştılar, sağolsunlar.

Etkinliğin geri kalan büyük bölümü, cuma ve cumartesi akşamları da dahil olmak üzere hep arkadaşlarla muhabbet etmekle geçti. Sadece biriyle konuşmak için bile bu yolu tepebileceğim yirmiden fazla arkadaşla birlikte olmak çok güzeldi. Bu kadar güzel ve akıllı genç kadınla, fişek gibi delikanlılarla (elbette daha az genç ve göbekli olanlarla da ;)) dopdolu geçen iki günün ardından etkinlik de bitti.

2 Nisan 2013 Salı

Pardus 2013 izlenimlerim


Mevcut durumda Pardus bir özgür yazılım projesi gibi sürdürülmüyor. Pardus 2013 diye önümüze konan şey de bildiğimiz Debian. Hal böyle olunca teknik bir değerlendirme yazma imkanı da yok. Yeni Pardus hakkındaki değerlendirmelerim kısaca şöyle:
  • Bir projeden 'inşa altyapısı dosyaları erişime açıldı' mesajını okumak için o projenin öncesinde kapalı kaynak kodlu olması gerekir. Özgür bir dağıtım olan Debian kaynak kodları kapatılarak zaten dağıtılamaz, aksi durum Genel Kamu Lisansının ihlali demek olacaktır. Zaten açık olması gereken birşeyi açmak demek ancak 'bir hatadan döndük' anlamını taşır.
  • Pardus'un nasıl bir modelle geliştirildiğini bilmediğimiz gibi bundan sonra nasıl devam edeceğini de bilmiyoruz. Dışarıdan mı hizmet alınıyor, TÜBİTAK çalışanları mı geliştiriyor bilmiyoruz.
  • Pardus geliştiricisi olmak için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği belli değil. Mevcut geliştiricilerin kimler olduklarını bilmediğimizden nasıl bir yeterlilik aradıklarını da bilmiyoruz.
  • Pardus kurumsal ne demek bilmiyoruz. Herhalde kurumların kullanacağı bir sürüm demek değildir ama indir sayfasında 'sevgili ev kullanıcılarımız' ifadesi var. Eğer kurumsal sürüm uzun dönem destek demek ise bu süre nedir belirsiz. Hele ki hiç bir pakette ikili değişiklik olmadığını söyleyen bir dağıtımın bu desteği sürdürmesi bence mümkün değil. Debian paketlerini olduğu gibi alan bir dağıtım ancak onun verdiği kararlara uyabilir.
  • Pardus Kurumsal'ın tanımı belli olmayınca Pardus Bireysel olacak mı, olacaksa ne farkı olacak anlamak da mümkün değil. Bir dönem Pardus'un sayfasında bulunan bir sunum belgesinde Bireysel sürümün pisi paket yönetim sistemi ile topluluk tarafından sürdürüleceği yazıyordu. Bu topluluk nerede, TÜBİTAK'ın Anka ve Pisi'ye yaklaşımı nedir gibi soruların da cevaplanması lazım.
  • Pardus'un yol haritası belli değil. Bundan sonra debian paketleri olduğu gibi alınacaksa bildirdiğimiz hatalar nasıl çözülecek? Geliştiricilerin kimler olduğunu bilmiyoruz ama debian depolarına yazabilen kimse yoktur sanırım. Raporlanan hataları sadece Debian bugzillasına aktararak bir dağıtım sürdürülemeyeceğine göre paketlerde yapılan değişikliklerin debian depolarını kullanılmaz hale getirmesi durumunda ne yapılacak? Çokça lafı geçen 30000 paketin bakımını yapacak geliştirici kaynağı nasıl sağlanacak? Bu senaryo çok yakın bir gelecekte hayata geçecektir.
  • Debian dünyanın en büyük Linux dağıtımlarından biri, çok geniş bir geliştirici ailesi var. Onun 3 dvd ile sağladığı 12GB'tan fazla paketin 40 kadarını değiştirip yeni dağıtım çıkarmanın mantığını da anlamıyorum ben. Bildiğimiz debian'ı kurduktan sonra bu paketleri onun üzerine kursak daha sürdürülebilir olmaz mı mesela?
TÜBİTAK nasıl diğer projelerini dışarıdan katkı almadan gerçekleştiriyorsa Pardus'u da benzer şekilde sürdürebilir. Benim buna da bir itirazım olmaz. Eğer MEB ve MSB gibi büyük ulusal müşterileri varsa sadece onlar için bir Debian seçkisi hazırlamasına kim ne diyebilir? Adına da ister Pardus desin, isterse Pardus-ng farketmez. Ama bu niyetini açıkça belirtmelidir. Bunu söylemek TÜBİTAK'ın işini de kolaylaştırır. Kısaca TÜBİTAK, Pardus geliştiricisi olmak için kurum çalışanı olmak gereklidir diye bir şart koyabilir, dışarıdan katkı almayacağım diyebilir. Hatta lafı hiç uzatmadan aldım Ubuntu'yu kullanıyorum da diyebilir. Bu yaklaşım bence mevcut durumdan çok daha sürdürülebilir bir yaklaşım olacaktır.

Son tahlilde elimi vicdanıma koyunca TÜBİTAK'ın sahipli yazılımlar kullanmak yerine özgür yazılım tarafında olmasını olumlu bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim ama tuttuğu yol da sürdürülebilir bir yol değil bence.

Anka ve Pisi dağıtımlarına destek olma konusuna gelince; TÜBİTAK'ın kamu kaynaklarını kullanarak oluşturduğu sunucu parkından ve elindeki bant genişliğinden bu dağıtımlar için ayıracağı kaynak yüzde hesabına bile gelmeyecek kadar azdır. İki tane makineyi bu dağıtımlara tahsis edememiş olmalarına bir anlam veremiyorum gerçekten. Bir senedir bunu yapmamış olmak bence sadece niyetin olmamasıyla açıklanabilir bir durumdur.

Bir önceki dönemde Pardus geliştiricisi olan TÜBİTAK çalışanı arkadaşlarımın yakışıksız bir şekilde işten çıkartılmalarını, ayrılmak zorunda bırakılmalarını kabul edilemez buluyorum. Onlara bu muameleyi yapanlar kimler bilmiyorum ama kimsenin kötü davranışı haketmediğini de biliyorum. Bunların üzerine bir de hepimizin Pardus için yıllardır harcadığı bu kadar emeğin çöpe atılıp yerine amatörce hazırlanmış betiklerle Debian'ı Pardus yaptık deniyor. TÜBİTAK bu yaptıklarını geriye alamaz ama umarım bundan sonrasını ülkemiz için verimli hale getirebilir.

Bu hali olmamış.

1 Nisan 2013 Pazartesi

Yaz stajı meselesi

2005'te Pınar, Oğuz ve Behice stajda birlikte çalıştığım ilk öğrenciler oldular. Onların bir ay gibi kısa sürede nasıl işler yapabildiklerini gördükten sonra her yıl bu işi sürdürdüm. Bir sonraki yıl Figen, Şule ve Mümine ile devam eden staj çalışmalarında her yıl bir kaç öğrenciyle devam ettim. Şimdi unutup, atladıklarım kırılmasın ama bu seri yıllar içinde Mesut, Mete, Meltem, Aydan, Özge, Engin, Damla, Mesutcan ve Ebru ile sürdü.

Her yıl aynı yoğunlukla ilgilenemesem de bilgi işlemde birer ay çalıştığım bu yavrucaklara bazen taş taşıttım, bazen pikniğe götürdüm. Çoğunlukla bitmek bilmeyen mesai saatleri boyunca çalıştılar. Hep daha önce bilmedikleri işleri yapsınlar istedim. Çoğu işte olduğu gibi staja birini alırken de tek bir kriterim olmadı. Bazısı her karşılaşmamızda 'staja geliyorum değil mi' diye sorarak geldi staja, bazısı 'bu yıl stajı burada yapmaya karar verdim' diyerek. Benim yazın birlikte çalışalım dediğim diye çağırdığım da oldu, ofiste birlikte çalıştığım öğrencilerime (adını bilmediğim için) tarif ederken kapıyı çalıp staja geleyim mi diyen de oldu.

Bir ay boyunca yanında ders, ödev gibi şeyler olmadan çalışmayı hiç tecrübe etmemiş çocuklar benim bitmek bilmeyen 'onu da yap' isteklerim karşısında dönem dönem zorlandılar. Böyle çalışmaya değmez diyerek bırakıp gidenlerin sayısı hiç de azımsanmayacak kadar fazla oldu. Beklentileri karşılayamadım diyerek merdivenlerde oturup ağlayanlar, birkaç gün stajı bırakıp daha sonra tekrar gelenler, rahatsızlandığı için hastaneye götürdüklerim bir araya gelseler bayağı bir yekün tutarlar herhalde.

Şimdi dönüp baktığımda aynı şeyleri, hatta daha fazlasını çok daha az kırıp dökerek de yaptırabileceğimi görebiliyorum (hadi Heisenberg aşkına tahmin ediyorum diyeyim). Benim için fiziksel şartların da değişmesiyle bundan sonra staj döneminde kimseyle birlikte çalışmamaya karar verdim. Bunu buraya yazıyorum ki yarın 'necdet yücel staj' aramasıyla bu sayfaya gelenlere benim ayrıca birşey anlatmam gerekmesin.

27 Mart 2013 Çarşamba

randomart akılda kolay mı tutuluyor?

Uzaktaki bilgisayarlarımızda oturum açmak için ssh'ı neredeyse tek alternatif olarak kullanıyoruz. Verileri şifreleyip gönderip almak hepimiz için çok önemli olduğundan ilk bağlantının ardından bağlanacağımız tarafı güvenilen bilgisayarlar arasına ekleyerek her sefer aynı makineye bağlandığımızdan da emin oluyoruz. Hedef bilgisayarın kimliğinde bir değişiklik olması durumunda istemcimiz bizi uyarıyor.

Peki ilk bağlantıyı nasıl yapıyoruz? Yani hedef makinenin gerçekten ulaşmak istediğimiz makine olduğuna nasıl emin oluyoruz? Bunun için hedef makinenin imzasının parmak izini bilmemiz gerekiyor. Aşağıda bir örneği olan bu imzalar çok uzun olduklarından akılda tutulur şeyler değiller. Bağlantıyı hep aynı bilgisayardan yapsak bir sefer imzanın parmak izini kontrol etmek kafi ama arada bir farklı makinelerden de bağlantı yapacaksak bunların çıktısını alıp yanımızda taşımamız gerekiyor genelikle.

Bu parmak izlerini aklımızda tutmak yerine 10 yıldan daha eski bir yöntem olan randomart da kullanmak mümkün. Randomart ile aynen parmakizinde olduğu gibi açık anahtarın benzersiz bir özeti çıkartıyor. Sonuç bir karakter dizisi değil de bir şekil olduğu için akılda tutması daha kolay. Açık anahtardaki en küçük bir değişiklik hem parmakizinde hem de bir görsel olan randomart'ta büyük bir değişikliğe yol açacağından şekilde bir ='in değiştirilip - olması ve bunu farkedilmemesi gibi bir durum da mümkün değil.

OpenSSH ile varsayılan olarak açık gelmeyen bu özelliği kullanmak için ssh komutunu -o VisualHostKey=yes parametresiyle kullanabilirsiniz.

izlediklerimden öğrendiğim bir şeyler var

İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...