İşin doğrusu 10" bir tabletim olduğundan 7" yeni bir tablete ihtiyacım olup olmadığına emin değildim. Daha önce Blackberry tablet kullanmış ve memnun kalmamıştım (aradan çok zaman geçti belki düzelmiştir bilemiyorum). Android'li bir tablet almak istediğimden güncellemeleri de Google'dan alacak diye düşünerek bir Nexus 7 aldım.
Bu tip cihazları ayrıca kılıflar, çantalar içinde taşımak, kullanmak bana mantıklı gelmiyor. En incesini alayım diye daha fazla ödeyip sonra kalın kılıflar içinde cihazları tuğlaya dönüştürmeyi en azından ekonomik olarak mantıksız buluyorum. Buna rağmen masada kullanmak istediğinizde sürekli elinizde tutmak da kolay olmadığından bir de kılıf aldım. Başkalarında gördüğüm tabletin ön tarafından bantlar geçen kılıflardan birini almadığıma ve kılıfı kapatınca cihazın uykuya geçmesine memnun olduğumu söyleyebilirim. Bir de mikro usb bağlantısı olan klavyeli bir kılıf daha aldım. Klavyesi nasıl çalışacak, birşey yapmam gerekecek mi diye düşünürken onun takınca çalışması pek güzel oldu. Bu ikinci kılıf tableti alttan ve üstten sıkıca tutuyor olmasına rağmen yanları boş ve buradan kolayca düşebilir, dikkat etmek lazım. Bu iki kılıfı da neredeyse hiç kullanmıyorum asında ;)
Nexus tabletle ilgili sol üst köşesinde bir temassızlık olduğu, dokunmatik ekranında sorunlar olduğunu okumuş olmama rağmen bana ulaşan cihazda bunların hiç biri yok. Bu şansımdan mı kaynaklanıyor yoksa Asus yeni ürettiği cihazlarda bu basit sorunları çözdü mü emin değilim.
Şarj süresi bu tip mobil cihazların temel sorunlarından biri. Nexus 7 oldukça ince olmasına rağmen, kullanıma bağlı olarak 6-10 saat arası kullanılabiliyor. Üzerinde hiç tuş olmamasına alışmak zaman alıyor ama bunun da ayrı bir rahatlığı var.
Bir olumsuz nokta olarak bu tableti tasarlayanların cihazı ellerine alıp hiç müzik dinlememiş olmalarından kaynaklanan ses çıkışının yerini yazmadan geçmek olmaz. Tabletin sesleri size ulaştıran çıkışı tam arkasında. Elinizde tuttuğunuzda ses karşınızdakine doğru gidiyor. Tableti masaya koyduğunuzda ise ses masa ile tablet arasında boğuluyor. Nexus'u tasarlayan arkadaşlar diğer tabletler ve telefonlarda ses çıkışı neden cihazların yan tarafında diye düşünmemişler ve bir saçmalığa imza atmışlar. Sesi kulaklıkla dinlediğinizde çok kaliteli gelmesine rağmen bu acayip durum insanı çıldırtıyor.
Nexus 7 iki farklı disk kapasitesiyle satılıyor: 8GB ve 16 GB. Kapasiteyi arttırmak için herhangi bir kart takılamadığından bulabilirseniz 16gb'lık modeli alın derim. Arada 50$ fark var ama değer bence. Cihazın 3G desteği olmadığını nasılsa okumuşsunuzdur ama ben yine de hatırlatmış olayım.
Cihazın üzerinde bulunan GPS benim gördüğüm ne başarılılardan biri. Bina içinde bile kolayca bağlanması daha önce kullandığım cihazların illa açık hava istemelerinden sonra büyük kolaylık oldu diyebilirim. Elbette gps'in en büyük şarj düşmanı olduğunu hatırlatmak da fayda var.
Sonuç olarak 200$ karşılığında alınabilecek çok başarılı bir cihaz Nexus 7.
29 Eylül 2012 Cumartesi
15 Eylül 2012 Cumartesi
Yazılım Özgürlüğü Günü Çanakkale buluşması
Eylül ayının üçüncü cumartesi günü kutlanan Yazılım Özgürlüğü Günü'nde Çanakkale'deki özgür yazılım insanları olarak kahvaltıda toplandık. Bu kahvaltıya yetişmek için memleketinden erken gelen öğrenciler, her toplantının sürekli müdavimleri, ilk kez tanıştığımız özgür yazılım insanları derken 26 kişi bir araya geldik, önümüzdeki yıl neler yapabileceğimizi, ne gibi fırsatlar olduğunu konuştuk. Yaklaşık 3 saat süren etkinliğin ardından bu yıl daha fazla çalışma planlarıyla ayrıldık. Katılan herkese teşekkürler.
14 Eylül 2012 Cuma
Uzaktan eğitim ve kurslar
Uzaktan eğitim denince benim aklıma okula gidilmeden sadece kitaplardan ve televizyondan dinlenilen derslerde çok az şeyin öğrenilebildiği bir eğitim yöntemi gelirdi. O zamanlar internet olmadığından (burası bazılarına inanılmaz gelebilir ama bir zamanlar internet yoktu ;)) ders kitabının tek tamamlayıcı unsuru televizyondan yayınlanan derslerdi. Onlar da o kadar uygunsuz saatlerde yayınlanırdı ki o seyredip birşey öğrenmek mümkün değilmiş gibi gelirdi bana. Bütün sınavları da çoktan seçmeli yapıldığından sorulara uzun cevaplar vermeleri gerekmez, pek rahatlar diye düşünürdüm.
Aradan yıllar geçip kendim üniversiteye başladığımda gördüm ki aslında derslerde yoklama alınmasa insan mutlaka uygulama gerektirmeyen her okulu uzaktan eğitimle okuyormuş gibi okuyabilir. Sonuçta dersin hocası da sizin ulaşabileceğiniz kaynaklardan faydalanarak anlatıyor o konuları. Nasıl kaçırdığınız dersleri arkadaşlarınızın notlarından, ders kitabından okuyup öğrenebiliyorsanız bütün bir dersi, hatta bütün dersleri de böyle öğrenmek mümkün aslında. Konu sınavlar olunca eğitim biliminde ölçme-değerlendirme diye bir alan var. Benzer eğitim geçmişine sahip biri okula giden diğeri sadece eğitim malzemelerine çalışan iki grubun başarılarının yaklaşık aynı olacağını düşünüyorum. Tabi bunu sadece ben düşünmüyorum ülkemizde ve dünyada milyonlarca kişiye uzaktan eğitimle okumuş olmalarına rağmen üniversitede ders dinleyen akranlarıyla aynı yeterliliklere sahip olduklarını gösteren diplomalar veriliyor.
Uzaktan eğitime yapılan itirazların başında dersi anlatan hocaya soru soramamak geliyor. Bu önce yerinde bir itiraz gibi görünse de uzaktan eğitimin uzun süredir televizyondan değil internet üzerinden verilmesiyle çoktan aşılmış sorundur aslında. Ayrıca kendi anlattığım derslerden ve uzun öğrencilik hayatımdan sınıflarda soru soran öğrenci sayısının ne kadar az olduğunu da biliyorum.
Vakti olanlar için burada Daphne Koller'in bir konuşmasıyla ara verelim.
https://www.ted.com/talks/daphne_koller_what_we_re_learning_from_online_education?language=tr
Üniversite eğitiminin pahalı olması, fiziki engelleri yüzünden herkesin bir sınıfa gidip ders dinleyemeyecek olması ve eğitimin her yerde aynı kalitede yapılamaması uzaktan eğitimin üzerinde daha fazla durulması için yeterli nedenler.
Online eğitim aracılığı ile bir konuyu öğrenmek isteyen bireyler bütün bir lisans eğitimine zorlanmadan sadece o konuda eğitilebiliyorlar. Bu konuda tek olmasa da çok başarılı olması nedeniyle Coursera'ya bakarsanız müzikten bilgisayar bilimlerine kadar çok çeşitli yelpazede kursların verildiğini görebilirsiniz. Bu kursların bazılarında sınavların ardından sertifika almak da mümkün.
Bir dersi dinlerken anlamadığınız yerde durdurup orasını öğrenip devam edebilmek, aynı bölümü tekrar tekrar dinleyebilmek, günün hangi saati isterseniz derse katılabilmek, sınava kendinizi hazır hissettiğiniz zaman girebilmek gibi harika avantajları var uzaktan eğitimin. Eğitimciler açısından bakıldığında ise notlar en fazla nerede duraklatılıyor, hangi noktalarda anlatım yeterince iyi değil gibi normal eğitimde elde edilmesi mümkün olmayan bilgileri toplamak ve eğitim malzemesinde iyileştirmeler yapmak mümkün.
Eğitimin yaygınlaştırılması ve kalitesinin arttırılmasında uzaktan eğitimin büyük faydası olacaktır ama birebir çalışmanın yerini tutacağını da düşünmüyorum. Yakından eğitim üzerinde uzunca konuşulması gereken bir konu olduğundan onu başka bir yazıya paslıyorum. Yazmaya gerek yok ama bazı eğitimlerin uzaktan verilmesi mümkün olmayacaktır ama onların da sayısı çok fazla değildir. Halıcılık, mobilya, tıp, otobüs şoförlüğü gibi alanları elbette geleneksel yöntemle öğretmek doğru olanıdır.
Dersin hocasının kim olduğunuzu, neler yaptığınızı bilmediği bir sınıfta konuyu tahtaya yazıp gitmesi veya slaytları okuyup geçmesi de zaten en kötüsünden uzaktan eğitim sayılmaz mı?
Aradan yıllar geçip kendim üniversiteye başladığımda gördüm ki aslında derslerde yoklama alınmasa insan mutlaka uygulama gerektirmeyen her okulu uzaktan eğitimle okuyormuş gibi okuyabilir. Sonuçta dersin hocası da sizin ulaşabileceğiniz kaynaklardan faydalanarak anlatıyor o konuları. Nasıl kaçırdığınız dersleri arkadaşlarınızın notlarından, ders kitabından okuyup öğrenebiliyorsanız bütün bir dersi, hatta bütün dersleri de böyle öğrenmek mümkün aslında. Konu sınavlar olunca eğitim biliminde ölçme-değerlendirme diye bir alan var. Benzer eğitim geçmişine sahip biri okula giden diğeri sadece eğitim malzemelerine çalışan iki grubun başarılarının yaklaşık aynı olacağını düşünüyorum. Tabi bunu sadece ben düşünmüyorum ülkemizde ve dünyada milyonlarca kişiye uzaktan eğitimle okumuş olmalarına rağmen üniversitede ders dinleyen akranlarıyla aynı yeterliliklere sahip olduklarını gösteren diplomalar veriliyor.
Uzaktan eğitime yapılan itirazların başında dersi anlatan hocaya soru soramamak geliyor. Bu önce yerinde bir itiraz gibi görünse de uzaktan eğitimin uzun süredir televizyondan değil internet üzerinden verilmesiyle çoktan aşılmış sorundur aslında. Ayrıca kendi anlattığım derslerden ve uzun öğrencilik hayatımdan sınıflarda soru soran öğrenci sayısının ne kadar az olduğunu da biliyorum.
Vakti olanlar için burada Daphne Koller'in bir konuşmasıyla ara verelim.
https://www.ted.com/talks/daphne_koller_what_we_re_learning_from_online_education?language=tr
Üniversite eğitiminin pahalı olması, fiziki engelleri yüzünden herkesin bir sınıfa gidip ders dinleyemeyecek olması ve eğitimin her yerde aynı kalitede yapılamaması uzaktan eğitimin üzerinde daha fazla durulması için yeterli nedenler.
Online eğitim aracılığı ile bir konuyu öğrenmek isteyen bireyler bütün bir lisans eğitimine zorlanmadan sadece o konuda eğitilebiliyorlar. Bu konuda tek olmasa da çok başarılı olması nedeniyle Coursera'ya bakarsanız müzikten bilgisayar bilimlerine kadar çok çeşitli yelpazede kursların verildiğini görebilirsiniz. Bu kursların bazılarında sınavların ardından sertifika almak da mümkün.
Bir dersi dinlerken anlamadığınız yerde durdurup orasını öğrenip devam edebilmek, aynı bölümü tekrar tekrar dinleyebilmek, günün hangi saati isterseniz derse katılabilmek, sınava kendinizi hazır hissettiğiniz zaman girebilmek gibi harika avantajları var uzaktan eğitimin. Eğitimciler açısından bakıldığında ise notlar en fazla nerede duraklatılıyor, hangi noktalarda anlatım yeterince iyi değil gibi normal eğitimde elde edilmesi mümkün olmayan bilgileri toplamak ve eğitim malzemesinde iyileştirmeler yapmak mümkün.
Eğitimin yaygınlaştırılması ve kalitesinin arttırılmasında uzaktan eğitimin büyük faydası olacaktır ama birebir çalışmanın yerini tutacağını da düşünmüyorum. Yakından eğitim üzerinde uzunca konuşulması gereken bir konu olduğundan onu başka bir yazıya paslıyorum. Yazmaya gerek yok ama bazı eğitimlerin uzaktan verilmesi mümkün olmayacaktır ama onların da sayısı çok fazla değildir. Halıcılık, mobilya, tıp, otobüs şoförlüğü gibi alanları elbette geleneksel yöntemle öğretmek doğru olanıdır.
Dersin hocasının kim olduğunuzu, neler yaptığınızı bilmediği bir sınıfta konuyu tahtaya yazıp gitmesi veya slaytları okuyup geçmesi de zaten en kötüsünden uzaktan eğitim sayılmaz mı?
12 Eylül 2012 Çarşamba
Bilgisayar Mühendisliği mi Bilgisayar Bilimleri mi?
Dünyanın geri kalanında nasılmış diye bakmayınca bir ülkenin kendi içinde isimlendirme yapması çok kolay. Ülkemizde Bilgisayar Mühendisliği adıyla okutulan bölümün dünyanın en iyi (bu da tartışmalı bir konu ama bizim konumuzun dışında) üniversitelerinde hangi isimle okutulduğuna bakalım.
Elbette üniversitede okutulan bir programı sadece adıyla değerlendirmek, derslerinin içeriğine ve yapılan araştırmalara bakmamak tam bir değerlendirme olamaz ama konuya yaklaşımın nasıl olduğunun bir göstergesi olan isimlendirmenin yurt dışında nasıl olduğunu da bilmek lazım. Günümüzün en gözde çalışma alanlarından biri olan bilişim sektörüne dünyanın geri kalanı Bilgisayar Bilimleri bölümüyle eleman yetiştirirken bizim "Mühendis" demekte ısrarlı olmamız bence ciddi bir hatadır.
Matematik mühendisliği, işletme mühendisliği varken sıra bilgisayar mühendislerine mi geldi diyenler de olabilir ama böyle düşününce ülkedeki hiçbir hatadan bahsetmek imkanı olmuyor.
- Harward University: Bilgisayar Bilimleri
- Stanford University: Bilgisayar Bilimleri
- MIT: Elektrik Mühendisliği & Bilgisayar Bilimleri
- University of California: Elektrik Mühendisliği & Bilgisayar Bilimleri
- University of Cambridge: Bilgisayar Bilimleri
- Caltech: Bilgisayar Bilimleri
- Princeton University: Bilgisayar Bilimleri
- Columbia University: Bilgisayar Bilimleri
- University of Chicago:Bilgisayar Bilimleri
- University of Oxford: Bilgisayar Bilimleri
- University of Tokyo: Bilgisayar Bilimleri
Elbette üniversitede okutulan bir programı sadece adıyla değerlendirmek, derslerinin içeriğine ve yapılan araştırmalara bakmamak tam bir değerlendirme olamaz ama konuya yaklaşımın nasıl olduğunun bir göstergesi olan isimlendirmenin yurt dışında nasıl olduğunu da bilmek lazım. Günümüzün en gözde çalışma alanlarından biri olan bilişim sektörüne dünyanın geri kalanı Bilgisayar Bilimleri bölümüyle eleman yetiştirirken bizim "Mühendis" demekte ısrarlı olmamız bence ciddi bir hatadır.
Matematik mühendisliği, işletme mühendisliği varken sıra bilgisayar mühendislerine mi geldi diyenler de olabilir ama böyle düşününce ülkedeki hiçbir hatadan bahsetmek imkanı olmuyor.
11 Eylül 2012 Salı
Programlama Dillerini kimler geliştiriyor?
Piyasadaki bunca programlama dilini kimler, hangi mesleklerden insanlar geliştirmiş kısaca bir bakalım. Bütün dillere bakmak mümkün olmadığından adı çokça geçenlere bakalım birlikte:
- C - Dennis Ritchie tarafından tasarlanmış. Dennis Ritchie fizik ve uygulamalı matematik mezunu.
- C++ - Matematik ve bilgisayar bilimleri mezunu Bjarne Stroustrup tarafından tasarlanmış.
- C# - Microsoft tarafından geliştirilmiş olsan C#'ın mimarı üniversite mezunu olmayan Anders Hejlsberg.
- Fortran - IBM çalışanlarından çok maceralı bir hayat yaşamış olan matematikçi John Backus tarafından geliştirilmiş.
- Java - Artık esamesi okunmasa da bir zamanların büyük şirketi Sun'ın geliştirdiği Java'nın mimarı bilgisayar bilimleri mezunu James Gosling.
- Javascript - Netscape'ten matematik ve bilgisayar bilimleri mezunu Brendan Eich tarafından geliştirilmiş.
- Lisp - Bir matematikçi olan John McCarthy tarafından geliştirilmiş.
- Perl - Kimya, müzik, tıp okumuş, dogal ve yapay diller bölümünden mezun olmuş Larry Wall tarafından geliştirilmiş.
- PHP - Bir sistem tasarımı mühendisi olan Rasmus Lerdorf tarafından geliştirilmiş.
- Python - Matematik ve bilgisayar bilimleri mezunu Guido van Rossum tarafından geliştiriliyor.
- Ruby - Bilgisayar bilimleri mezunu Yukihiro Matsumoto tarafından geliştiriliyor.
3 Eylül 2012 Pazartesi
Libreoffice çevirilerinde benden bu kadar
Yaklaşık 5 ay önce LibreOffice için arayüzü %100, yardım içeriği de %40 Türkçe diye yazmıştım. Ofis paketinin en fazla lisans bedeli ödenen yazılımlardan biri olduğunu bildiğim için çeviri işini çok uzun zamandır kendisine bir görev bellemiş olan Zeki Bildiriciyle birlikte çalışacak bir ekip kurmaya çalıştık. Dönem dönem sayısı değişse de şimdilerde yaklaşık 5-6 kişilik bir ekip fırsat buldukça LibreOffice için çeviri yapıyor. Çeviri konusunda birbirimize danışmak, konuşmak, tanışmak için Çarşamba akşamları saat 21'de Çeviri Akşamları adı altında irc toplantıları düzenlemeye devam ediyoruz.
Eylül ayı başlangıcı itibariyle yardım içeriğinin Türkçe çeviri oranı %70'e ulaştı. Bu yaklaşık 130.000 yeni kelimenin çevrilmesi demek. Bir bu kadar daha çeviri yapılınca tamamlanacak ama ben yoruldum artık. Bir konuya bu kadar uzun süre çok fazla mesai harcayınca konu giderek sıkıcı gelmeye başlıyor insana. İşin doğrusu yardım içeriği çevirmek de gerçekten çok sıkıcı. Neredeyse hiç ofis programı kullanmadığımdan her çevirinin geçtiği yere bakıp ona göre çeviri yapmam gerçekten çok vakit alıyordu. Hiçbir karşılığı olmayan bir işte bu kadar uzun süre motivasyonu üst seviyede tutmak kolay olmadı.
Yapılacak işin gerekliliği ve önemi değişmedi ama 5 aylık sürede oldukça tempolu çalışarak elimden geleni yaptığımı düşünerek bana müsade diyorum. Yeni ders yılının başlamasıyla yapılacak yeni işler, birlikte çalışılacak yeni öğrenciler olacağından artık LibreOffice çevirilerine vakit ayıramayacağım. Fırsat bulduğumda çeviri akşamlarına yine katılırım ama o kadar. Bu süreçte birlikte çalıştığımız tüm ekibe ve özellikle Zeki Bildirici'ye teşekkür ediyor, kolaylıklar diliyorum.
Eylül ayı başlangıcı itibariyle yardım içeriğinin Türkçe çeviri oranı %70'e ulaştı. Bu yaklaşık 130.000 yeni kelimenin çevrilmesi demek. Bir bu kadar daha çeviri yapılınca tamamlanacak ama ben yoruldum artık. Bir konuya bu kadar uzun süre çok fazla mesai harcayınca konu giderek sıkıcı gelmeye başlıyor insana. İşin doğrusu yardım içeriği çevirmek de gerçekten çok sıkıcı. Neredeyse hiç ofis programı kullanmadığımdan her çevirinin geçtiği yere bakıp ona göre çeviri yapmam gerçekten çok vakit alıyordu. Hiçbir karşılığı olmayan bir işte bu kadar uzun süre motivasyonu üst seviyede tutmak kolay olmadı.
Yapılacak işin gerekliliği ve önemi değişmedi ama 5 aylık sürede oldukça tempolu çalışarak elimden geleni yaptığımı düşünerek bana müsade diyorum. Yeni ders yılının başlamasıyla yapılacak yeni işler, birlikte çalışılacak yeni öğrenciler olacağından artık LibreOffice çevirilerine vakit ayıramayacağım. Fırsat bulduğumda çeviri akşamlarına yine katılırım ama o kadar. Bu süreçte birlikte çalıştığımız tüm ekibe ve özellikle Zeki Bildirici'ye teşekkür ediyor, kolaylıklar diliyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
izlediklerimden öğrendiğim bir şeyler var
İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...
-
Bu yıl kabul edilen bizim çocuklar: Ahmet Göksu - Native Graphics Backend for FreeType Demos on macOS Ali Haydar - Implementation of a g-k ...
-
İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...
-
Bu yıl kabul edilen bizim çocuklar: Bora Sabuncu - Remote Control Emre Çelikten - Web Data Collection for Language Modeling Gökçen Eras...