21 Kasım 2008 Cuma

"Ben Youtube’a giriyorum, siz de girin!"

Gazeteci Melih Bayram Dede'nin blog'unda gördüğüm bu haberi 'Youtube neden yasaklı' diyenlere yol göstermesi açısından buraya not düşeyim istedim.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Buna rağmen devam edelim mi?


Herkes ssl sertifikasını gidip VeriSign'dan alsın demiyorum ama en azından sertifikayı oluştururken kurumun bilgileri doğru verilse, sertifika süresi 3,5 sene geçmemiş olsa daha iyi olmaz mı?

Şimdi sayfanın linkini versem kötü adam ben olurum. En iyisi cesareti olanlar devam etsin diyeyim.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Benim de içinde Atatürk geçen bir anım var

Bu yazıyı uzun zamandır yazmak istiyordum ama nedense bir türlü elim varmamıştı. Daha fazla ertelersem neler yaşadığımı iyice unutacağım.

12 Ağustos günü Ankara'dan Çanakkale'ye dönmek için terminalde otobüs bekliyordum. İki gece de yolda geçeceğinden ve Çanakkale-Ankara ardından Ankara-Çanakkale arasında araç kullanmayı gözüm kesmediğinden otobüsü tercih etmiştim. Kabul edilmiş olmasına rağmen henüz sözlemesini imzalamadığımızdan duyuramadığımız büyük bir projenin panelinden çıkmıştım ve panel çok iyi geçtiğinden çok mutluydum. Yolda sıkılmayayım diye aldığım kitabı okuyarak zaman geçirmeye çalışıyordum. Saat 20 sularında aşağıda fotoğrafı bulunan, takım elbiseli, sevimli bir ihtiyar yanımdaki boş koltuğa oturmak için izin istedi.


Çok fazla boş yer varken izin istemesi garip olsa da selam verip kitabı okumaya devam ettim. Amca önce saati sordu; benim cevabımdan sonra kendi saatine baktı ve doğruluğunu kontrol etti. Ama bunu kibar ve sevimli bir şekilde yaptı. Aradan biraz zaman geçince bana doktor musunuz diye sorduğunda artık konuşmak istediğini anladım. Kitabı kapattım ve sohbete başladık.

Laf lafı açtı ve kısa bir süre sonra çantasından yukarıdaki fotoğrafın kapak olduğu bir dergiyi gösterdi. Derginin kapağında "Atatürk'ün yanağını okşadığı çocuk şimdi ne yapıyor" yazıyordu. Bir çocuk gibi gülümseyerek "O çocuk benim" dedi ve dergide kendisiyle yapılmış röportajı gösterdi bana. Adı Mehmet Türk olan bu 80 yaşından biraz yaşlı amca Almanya'da makine mühendisliği okuduğundan, deniz suyundan içme suyu elde etmek için yaptığı çalışmalara varıncaya dek çokça şey anlattı. Kendisi emekli olmuştu ve her yaz bir haftalığına Fethiye'ye, memleketine tatile gidiyordu. Eşi artık bu seyahatlerden usanmış olduğundan onu Ankara'da çocuklarının yanına bırakmış tek başına gidiyordu bu yıl. Çok kibar bir beyefendi olduğunu sanırım söylememe gerek yok.

Kendisinden dinlediğim kadarıyla yukarıdaki fotoğraf Fethiye'de çekilmiş. Aradan yıllar geçtikten sonra ölümüne bir kaç yıl kala Atatürk tekrar gelmiş Fethiye'ye. Bu ziyaret sırasında Atatürk eski sağlığında olmadığından şehri gezmemiş de sadece heyetleri kabul etmiş. Tabi Mehmet Türk, daha önce Atatürk kendi yanağını okşadığından, yine onu görmek istiyor ve kendisinden çok büyüklerin kabul edildiği salona girmeyi aklına koyuyor. Salonun girişindeki görevliye "Atatürk geçen geldiğinde benim yanağımı sevmişti, belki yine sever" diyerek içeri sızıyor. Anlatırken yüzünün aldığı afacan hali görseniz bunu gerçekten yapmış olduğuna benim gibi inanırdınız sanırım. Salona girip Atatürk'ü karşısında görünce çocuk aklıyla utanıp yanına gidemiyor ve girdiği gibi usulca çıkıyor salondan.

Yukarıdaki fotoğrafı, benim gibi, daha önce görmüş ama hikayesini merak etmemiş birilerinin hoşuna gider umarım bu yazdıklarım.

5 Kasım 2008 Çarşamba

Lisansları okuyalım, öğrenelim

Neredeyse hiç bir lisans sözleşmesi okunmadığından, benim gözlemlediğim kadarıyla, özgür yazılım lisansları da okunmuyorlar. Bunda lisans metinlerinin Türkçe çevirilerinin bulunmamasının da etkisi var bence. Deniz Akkuş'un yaptığı GPL ve LGPL çevirilerinden başka (onların da yenileri sürümleri çıktı) pek az çeviri vardır herhalde. Bu kadar kritik öneme sahip belgelerin bile çevrilmemiş olmaları aslında oldukça şaşırılacak bir durum, çünkü çokça kullanılıyorlar. Elbette bağlayıcı olan lisans metinlerinin asılları ama bilgilendirme açısından Türkçelerinin de mutlaka bulunması gerekli. Özellikle GFDL ve CC lisanslarını kullanan bu kadar site, wiki filan varken çevirilerin olmaması daha şaşırtıcı. Ben açıkçası bu lisansları kullananların önemli bir kısmının lisans metnini okumadıklarını düşünüyorum.

Özellikle GFDL ile ilgili bir küçük uyarı yapmak istiyorum. Belgenin aslına bu adresten ulaşıp bakalım. Bu uzun lisansı okumaya sabrı olmayanlar(!) için ben son kısmı buraya alıntılayayım. Bu bölüm Bu Lisansı kendi belgelerinize nasıl uygularsınız başlığını taşıyor:

To use this License in a document you have written, include a copy of the License in the 
document and put the following copyright and license notices just after the title page:

Copyright (c) YEAR YOUR NAME.
Permission is granted to copy, distribute and/or modify this document
under the terms of the GNU Free Documentation License, Version 1.3
or any later version published by the Free Software Foundation;
with no Invariant Sections, no Front-Cover Texts, and no Back-Cover Texts.
A copy of the license is included in the section entitled "GNU
Free Documentation License".


Bunun anlamı eğer yazdığınız bir belgeyi GFDL ile lisanslamak isterseniz lisans metnini belgenize bir bölüm olarak eklemeniz gerekiyor. Yani sadece bu belge GFDL ile lisanslanmıştır yazmak yeterli olmuyor.

Bunu da günün ipucu olarak yazmış olayım.

4 Kasım 2008 Salı

Bu kadar saçma SPAM olur mu?

Bir kaç gündür koi8-r karakter setine sahip saçma sapan mailler alıyorum. Diyeceksiniz ki SPAM zaten saçma bir şey ama bunlar öyle de değil. İçinde bir, bilemediniz iki, hadi en fazla üç :) kelime var. Bir örneğini apora.bp@wanadoo.fr adresinden aldım:

Эфективно
Mesajın içinde başka hiç bir şey yok. Ne link var, ne bilgi, ne de virüs gibi istenmeyen bir içerik. İnsan uzak doğudan her şeyin kalitesizi geldiği gibi acaba spam'in de mi kalitesizi mi (işe yaramayanı) bize geliyor diye düşünmeden edemiyor.

İçinde virüs, trojan filan olanları, reklam içerikli olanları, yanıltma çarpıtma filan da olsa bilgi içerenleri (elbette kabul etmiyorum ama) anlıyorum; bir amaca hizmet ediyorlar ama bu nedir yahu! Bu bir kelimelik, hem de okuyamadığım (hoş okusam ne yazar ama) bir maille kim, ne yapmaya çalışıyor anlayamıyorum.

3 Kasım 2008 Pazartesi

yirmisekiz

Her gece, sanırım, on bir buçuğa doğru
Bir uçak geçiyor üstümüzden.
Yolcu uçağı, anlaşılan...
Beni bir Ortaçağ yaşamına mahkum edenler
anlamıyorlar ki.
Ben her gece, sanırım, on bir buçuğa doğru
Üstümüzden geçen o uçağın bir parçasıyım,
İniş takımıyım, göstergesiyim, motoruyum, aklıyım...
Ve ben her gece, sanırım, on bir buçuğa doğru
Bi kez daha anlıyorum ki,
Haklıyım.

Can Yücel

istanbul buluşması


Geçen cumartesi içinde yer almaktan mutluluk duyduğum topluluklardan birinin İstanbul'da bir buluşması gerçekleşti. Memleketin çeşitli köşelerinden, balıklara ve sucul bitkilere gönül vermiş, dışarıdan bakıldığında aklı başında gibi görünen, çeşitli mesleklerden, büyük bölümü birbirini daha önce görmemiş yaklaşık 50 kişi İstanbul'da Pierre Loti'de buluştuk.

Eskiden forumlara burun kıvırır ve e-posta listelerini tercih ederdim. Akvaryum.com (daha önce bir süre takip ettiğim underground siteler sayılmazsa) bu konudaki önyargılarımı yıkan site oldu diyebilirim.

Çok farklı hayat görüşlerine sahip bu kadar inanın ortak bir hobi etrafında toplanması oldukça şaşırtıcı bir şey aslında. Bir kaç saatliğine görüşmek için o kadar yolu tepip gelmek için insanın iyi bir nedeni olmalı. Ben kendi adıma tanışmak istediğim bunca insanla tanışma fırsatı bulabildiğim için çok mutluyum. Yorucu bir hafta sonu oldu ama bu yorgunluğa değdi. Bir sonraki buluşma Ankara'da olacak, belki ona katılmak isteyebilirsiniz.

Blogger kapalı olmadığı sürece akvaryumla ilgili yazdığım yazıları bu adresten okuyabilirsiniz.

izlediklerimden öğrendiğim bir şeyler var

İzlediğim ilk büyük konser 1990'ların başında Ankara'da Zülfü Livaneli konseriydi. Henüz Sovyetler Birliğinin olduğu zamanlardan bah...